marguerite duras
ilk sırdaşlar sevgililerdir; sonra vapurlarda, trenlerde; sonra her yerde karşılaştıklarımız gelir.
hiçbir zaman merhaba yok, iyi akşamlar yok, iyi yıllar yok. hiçbir zaman teşekkür yok. konuşmak yok. konuşma gereksinimi yok. her şey dilsiz, uzak kalıyor. taştan bir aile işte, ulaşılmaz bir derinlikte taşlaşmış. her gün birbirimizi öldürmeye çalışıyoruz. birbirimizle konuşmamakla kalmıyoruz, birbirimizin yüzüne baktığımız da yok.
insan görünmeyegörsün, bakamaz artık. bakmak, bir şeye karşı, bir şey için merak duymaktır, düşmektir. baktığımız hiç kimse kendisine yöneltilen bakışa değmez. her zaman onur kırıcıdır. konuşma sözcüğü atılmış. sanırım burada utancı ve gururu en iyi açıklayan bu. ister aile topluluğu olsun, ister başka türlüsü, her topluluk tiksinti vericidir, alçaltıcıdır. yaşamı yaşamak zorunda bulunmanın temel utancı içinde bir aradayız.
selde, arzunun gücünde, her şey akıp gider.
savaş her yana yayılır, her yana sızar, çalar, tutsak eder, her yanda hazır bulunur, her şeye karışır; bedenlere, düşüncelere, uykulara, uyanıklıklara, her zaman, her yere girer; çocuğun bedeninin, zayıf kişilerin, yenik halkların güzelim toprağını ele geçirmenin sarhoş edici tutkusunun pençesindedir; nedeni de kötülüğün orada, kapılarda, tenin üzerinde olmasıdır.
bu konularda insanları uyarmalı: ölümsüzlüğün ölümlü olduğunu, onun da ölebileceğini, eskiden de şimdi de böyle şeyler olduğunu anlatmalı onlara. bu biçimiyle hiç ortaya çıkmadığını, salt ikiyüzlülük olduğunu. ayrıntıda değil, yalnızca ilkede var olduğunu. bunu yaptıklarını bilmemek koşuluyla, kimi insanların onun varlığını benliklerinde saklayabileceklerini. yaşamın o yaşarken, o yaşamdayken ölümsüz olduğunu anlatmalı. çöllerin ölü kumlarına, çocukların ölü bedenlerine bakın: ölümsüzlük geçmez oradan, durur, çevrelerinden dolaşır.
eşiğinde sessizlik başlayan yerdir o. sessizliktir burada olup biten, yaşamım boyunca süren bu ağır gelişmedir. hala orada, bu büyülenmiş çocuklar önündeyim, gizem de hep aynı uzaklıkta. yazdığımı sandım; ama hiç yazmadım. sevdiğimi sandım; ama hiç sevmedim. kapalı bir kapı önünde beklemekten başka bir şey yapmadım hiçbir zaman.