rıfat ılgaz
iyi haberlerin yaşamla sıkı sıkıya ilişkisi vardır.
kısıtlamaların çevrelediği bir yaşamda özgürlükten iz mi kalırdı?
profesörden önce sanatçı söylüyor gerçekleri. bir iktisatçının, bir hukukçunun çaktığı çiviyi, ertesi gün öbürleri, elinde kerpeten söküp çıkarır.
en güçlü silah ilkel yaratıklar için işte: kıskançlık!
ırkçılar, turancılar, türkçü olduğunu söyleyenler neler düşünüyorlardı? sınıfsız bir türkiye istediklerini söylüyorlardı. sınıflar arasında çıkacak kavgadan mı korkuyorlardı? bu adamlar gerçekten kavga istemiyorlar mıydı? bu ırkçı bozuntuları bütün okullarda askerce bir eğitim uygulayıp dişten tırnağa silahlı bir gençlik ortaya çıkarmayı düşünmüyorlar mıydı? türk olanı, olmayanı kendilerini katarak kanlı kavgalarla bir imparatorluk kurmak, yüzyıllardır sürüklendiği savaşlarla yoksul düşmüş anadolu halkını serüvenlere sürüklemek. türk olmayan azınlıkların kökünü kazıyıp arı, duru bir ulus ortaya çıkarmayı amaçlamak suç değil miydi?
turancıların uzun yıllardan beri varmak istedikleri amaca tam eriştiklerini sandıkları sırada, attan düşer gibi sırtüstü gitmeleri, çılgına döndürmüş olacaktı onları. düş kırıklığı içindeydiler. toplumculara saldırıları da hep bu umutsuzluktan geliyordu işte. dergilerinde arşın arşın, ilerici aydınların listelerini yayımlayarak jurnalciliklerine hız veriyorlardı. oysa bu kara listeler çok önceleri düzenlenip mutlu yarınlar için saklanmıştı. faşist sürüleri bir gedik bulup da sınırdan içeri girdikleri zaman karşılarına işte bu listelerle çıkacaklardı. demek almanların gelişinden umutlarını kesmiş olacaklardı ki, kendi dergilerinde, "ilk türkçü başbakan" diye kendilerinden saydıkları saraçoğlu'na bu listeleri sunuyorlardı giderayak. vatan hainlerinin cezalandırılmasını istiyorlardı.
silme bir cahilin doğru yola girmesi çok daha kolay.
turan dergisinin sayfalarını şöyle hızla öfkeyle çevirdi. başta nazım olmak üzere birçok toplumcu ad karalanıyordu. türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa! gözlerini kırpmadan almanların safına katılıp ulusun kaderini hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup isviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar bunlar, öyle mi? halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler.. çıkardıkları dergilerde "kelle kesem, kan içem!" diye şiirler yazıp, sen çerkezsin, o arnavuttur, şunlar lazdır diyerek kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi türkçüsün diye zamanın başbakanına açık mektuplar yayımlayıp milli eğitim bakanı'nı solcu diye rapor edenler en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler..
bütün saldırılarla coşup taşmalar bir ezilmişlikten, bir umutsuzluktan, düş kırıklığının tepkilerinden başka ne olabilirdi? beklenen "yeni nizam" çıtırtılarla yıkılıyordu işte! almanlar yurda girip kendilerini göz kamaştırıcı geçit resimlerinde yanlarına alamayacaklardı, geniş meydanlarda. düşledikleri koltuklar tepe taklak olmak üzereydi. ama gene de alman faşizminin ölmeyeceğine inançlarını yitirmemeye çalışır görünüyorlardı bu kafatasçılar..
milyonlarca insan, bir ırkın, öbüründen daha üstün olmayacağını ispatlamak için silinmedi mi yeryüzünden! böylece ırkçılığın dünya çapında bir suç olacağı gerçeği çıkmadı mı ortaya? ama solculuğu suçlamak için küçük bir kanıt mı var ellerinde? ne de dünya çapında bir olay? bununla birlikte sömürülen ulusları solculuktan yana tanıklığa çağırmaya bile hazır değiller henüz! hele davacı olarak görmeye..