14.05.2014

portobello cadısı

paulo coelho

bütün fırtınalar yıkım getirir; ama yağmurla birlikte hem tarlalar sulanır, hem de gökyüzünden bilgelik yağar. bütün fırtınalar gelir geçer. ne kadar şiddetliyse o kadar kısa sürer.

bazı boş inançlar, ne kadar saçma görünürlerse görünsünler, insanoğlunun düş gücüne yerleşip kalırlar ve insanlar tarafından fazla düşünülmeden sık sık kullanılırlar.

dışadönük kişilerin içedönük kişilerden daha mutsuz oldukları, bunu gidermek için de sürekli olarak ne kadar mutlu, hayatla ne kadar barışık olduklarını kendilerine kanıtlamaya çalıştıkları söylenir.

biz kadınlar, hayatımıza ve bilgi yoluna bir anlam ararken, kendimizi hep dört klasik arketipten biriyle özdeşleriz: bakire'nin arayışı bütünüyle bağımsız oluşundan kaynaklanır ve öğrendiği her şey karşısına dikilen güçlüklere tek başına karşı koyabilme yeteneğinin meyvesidir. şehit, kendini tanımanın yolunu acıyla, teslimiyetle, çileyle bulur. azize, yaşamanın gerçek nedenini koşulsuz sevgide ve karşılığında hiçbir şey istemeden verme yeteneğinde bulur. ve son olarak cadı, varlığını eksiksiz ve sınırsız hazzın peşine düşerek doğrular.

robert frost: ormanda iki yol belirdi önümde ve ben, daha az yürünmüş olanı seçtim.

yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak, o kadar güçleniyor; ama yok sayarsak gücünü yitiriyor.

aziz paulus: tanrı en önemli şeyi akıllı kişilerden gizledi; çünkü onlar basit şeyleri anlayamazlar.

gerçeklik, beyne giden bir dizi elektriksel uyarıdan başka bir şey değildir. gördüğümüzü sandığımız şey, beynin tümüyle karanlık bir bölümüne giden bir enerji atışıdır. ama başkalarıyla aynı dalga boyunu yakalarsak, o gerçekliği değiştirmeyi deneyebiliriz. sevinç de, tıpkı heyecan ve sevgi gibi bulaşıcıdır. hüzün, depresyon ya da nefret de öyle.

kahvaltı günün en özel yemeğidir.

"öldüğüm zaman beni ayakta gömün; çünkü bütün ömrüm dizlerimin üstünde geçti."

her şey hem çok basittir, hem de çok karmaşık. basittir; çünkü tek gereken bir tutum değişikliğidir. artık mutluluğu aramazsın. o andan başlayarak bağımsızsındır; hayatı başkalarının gözleriyle değil, kendi gözlerinle görürsün. yaşıyor olmanın serüvenini aramaya çıkarsın.

hayatın zevki farklı olmaktaydı. mutluluk, zaten sahip olduklarıyla -bir sevgili, bir oğul, bir iş- tatmin olma duygusuydu.

insan ne söylüyorsa odur. sen ne olduğuna inanıyorsan osundur.

eğer zihnin yaşadığın ana odaklanmışsa her şey tapınmadır.

hepimiz her şeyi biliriz, bu sadece bir inanma sorunudur.

halil cibran: istendiği zaman vermek iyi bir şeydir; ama istenmeden vermek daha iyi bir şeydir.

"insanlar bildiklerinin %25'ini öğretmenlerinden, %25'ini kendilerine kulak vererek, %25'ini dostlarından, %25'ini de zamandan öğrenirler.

bisikleti sürmeye devam edin; çünkü pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz.

hayatta da böyleydi. daha dayanıklı dalların tutuşması için önce ateşin yanması gerekir. gücümüzü gösterebilmemiz için de önce zayıflığımızın kendini gösterebilmesi gerekir.

mutluluğa giden tek yolun kölelik olduğu bir çağda yaşıyorduk. özgür irade çok büyük sorumluluk istiyordu; zorlu bir çabayı gerektiriyor, acı ve keder getiriyordu.

kölelerin yerine ücretli köleleri getirmeyi başardık; ama sağladığımız bütün gelişmeler bilim alanında oldu. insanlar bugün hâlâ atalarının sorduğu soruları soruyorlar. sözün kısası, hiçbir gelişme göstermediler.