20.03.2014

pasajlar

walter benjamin

mal denilen fetişe hangi dinsel tören kurallarıyla tapılacağını moda saptar. moda, organik dünyayla çatışkı içerisindedir. canlı beden ile anorganik dünya arasında bir tür pezevenklik yapar. cesetlerin hakkını canlılarda gözetir. anorganik dünyanın cinsel çekiciliğinin boyunduruğundaki fetişizm, modanın can damarıdır. mal kültü, bu can damarını kendi hizmetine alır.

kitleler, kendilerini oyalayacak bir şeyler ararlar; oysa sanat, izleyicisinden kendini toplayıp yoğunlaşmasını ister.

"insan doğasının en ilginç özelliklerinden biri" der lotze, "bireyin bunca bencil oluşuna karşın, her şimdiki zamanın kendi gelecek zamanı karşısında kıskançlıktan bunca yoksulluğudur."

"her fabrikatör fabrikasında, kölelerinin arasındaki bir çiftlik sahibi gibi yaşamaktadır."

senancour: insanoğluna bir başkent, mutlaka gerekli değildir.

charles baudelaire: uygar dünyanın günlük şoklarıyla ve çekişmeleriyle karşılaştırıldığında, ormanın ve bozkırların tehlikelerinin lafı mı olur? insan, kurbanını ister bulvarda yakalasın, ister balta girmemiş ormanlarda avlasın, burada da, orada da yırtıcı hayvanların en yırtıcısı olarak kalmaz mı?

baudelaire alacaklılarından kaçarken, café'lere veya okuma mekanlarına sığınıyordu. kimi zaman iki evde birden oturduğu da oluyordu; ama kira ödeme günü geldiğinde, bir üçüncü evde, arkadaşlarının yanında kalıyordu. böylece, kentte dolaşıp duruyordu. yattığı her yatak, onun için bir "serüven yatağı" oluyordu. crépet, 1842 ile 1858 arasında paris'te, baudelaire'e ait 14 adres sayar.

mutludur fahişelere aşık olan
doyuma ermiş ve özgürdür
bana gelince, kırılmış kollarım bütünüyle
yukarıdan geçen bulutlara sarılmaktan (charles baudelaire)

victor hugo: sürgün, yalnız başına  durduğu o büyük, yazgıyla dolu ülkelere nasıl bakıyorsa, halkların geçmişlerine de öyle bakar. kendini ve yazgısını olayların içine yerleştirir; o olaylar gözünde canlanır ve doğa güçlerinin, denizin, aşınmış kayaların, gökyüzünde süzülüp giden bulutların ve doğayla ilişki kurmuş, yalnız, dingin bir yaşamın içerdiği başkaca yüceliklerin varlığıyla kaynaşır.

viraneye dönmüş evlerin panjurlarının ardında
gizli zevklerin saklandığı eski varoşlar boyunca
acımasız güneş indirdiğinde peş peşe darbelerini
kente ve kırlara, çatılara ve buğdaylara
yürürüm düşlerimde tek başıma kılıç oynatarak
ve kokusunu alarak her köşede yeni bir uyağın
kaldırım taşlarına takılır gibi tökezleyerek sözcüklerde
kimi zaman da çarparak nicedir düşlediğim dizelere (charles baudelaire)

karl marx: emek, bütün zenginliklerin ve kültürün kaynağıdır.

kişiliğinin çevreyi tedirgin eden yanlarını bir maniyere dönüştüren baudelaire, insanlardan uzaklaşması ölçüsünde güç erişilebilir olduğundan, yalnızlıkların en derinini yaşadı.

kim bilir, belki de düşlediğim yeni çiçekler
bir kıyı gibi yıkanmış bu topraklarda bulur
onlara güç kazandıracak gizemli besinlerini (charles baudelaire)