mehmed uzun
hayat, tesadüflerin güzel renkleriyle boyanmış bir tablodur.
her gezi, her gidiş, her yolculuk güzel bir şiir gibi dalgalanır yürekte ve güzel, yeni şeyler keşfetme imkanı sunar. bütün iyi, süslü, güzel şeyler yolculuklarda olgunlaşır.
savaşlar, haksız savaşlar; çılgınlık, alçaklık, kötülük ve zayıflığın en aşağılık mertebesidir.
insan, hiçbir şeyi unutmaması gereken yerde birden çok şey kaybeder.
kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. onlar bu kötü, naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır.
insan ileriye tek bir adım bile atsa iyidir bu.
insan yalnızlığın ağır perdesi altında sözcüklerle derin ve duygu dolu bir dostluk kurabilir.
insan, kendini insanlarda bulunan bazı şeylerden kurtarmalı.
topraktan daha iyi, daha güzel ve daha mukaddes bir şey yoktur.
zaman akıyor. zaman çarpıyor bize. zamanın akışı önünde hiçbir şey yapamıyoruz ve zaman bizi de alıp kendisiyle götürüyor.
korku gücün kız kardeşidir.
içinde yaşadığınız dünyada pek çok şey söyleniyor. hayatımın, anılarımın, sözlerimin; kelimelerin, kıssaların beyaz kalesi karşısında ne kıymeti var ki?
sınırlar, şartlar, zorunluluklar bizi bizden, insandan ve insanlıktan uzaklaştırıyor.
ruhunu dış dünyanın kirinden temizlemek ve ondan uzaklaşmak istediğin zaman köylülerin yanına gelmeli ve bir süre onlarla kalmalısın.
insanın yarattığı şey insanı kıvrandırıyor, öldürüyor.
insan küçük ve zavallıdır; ama kötü ve çirkef değil. bununla birlikte zavallılığımızı asla birine anlatmak ya da göstermek istemeyiz. çünkü utanıyoruz, korkuyoruz, itiraf edemiyoruz. yalnız bu kadar da değil. ortalıktaki koşuşturmadan dolayı birbirimizi dinleme fırsatı da bulamıyoruz. böylesi bir hırgür içinde birbirimizin canını yakıyor, birbirimizi üzüyoruz.
hayatın son adımının ölümün kapısına doğru olduğunu biliriz. ama bizi hayattan uzaklaştıran bu son adım, ölümsüzlüğün ilk adımı değil midir?