sokağın ortasında uyandım
uzak güneyden kuşlar geliyordu
rüzgârda sesler çıkararak
gün boyu, sıra sıra
tüylerden bir donanma
yüreği çarpan
bir gök gemisi
geçip gitti
minicik sonsuzluğundan
pencerenin, arayıp sorduğum
çalıştığım, gözleyip beklediğim
çok ölümden doğdum
çok keder ısırdı beni
bir mutluluğu
öbürüyle değiştim
ama derinlerde, içimde
o yitik göldeki gibi
bir kuşun hayali yaşar
unutulmaz bir meleğin
gün ışığını dönüştüren
göz alıcı varlığıyla
gülden devinimiyle
küçük bir sarı tanrı
geçti kavaklar arasından
geçti rüzgâr gibi hızlı
yüksekte bir ürperti bırakarak
saf taştan bir flüt
dikey sudan bir iplik
ilkbaharın kemanı
rüzgârda bir tüy gibi
geçti, küçük yaratık
günün nabzı, toz, polen
belki hiçbir şey; ama titreyip durdu
ışık, gün, altın
ölür bitki, gömülür yeniden
toprağa döner insanın ayakları
yalnızca kanatlar kaçar ölümden
geçmiş yaşamların
ve geçmiş zaman keşiflerinin akışında
kötü havaların bir yaratığıydım
bir ceset olarak kaldım şehirde
alışamam duvardaki nişe
fundalığı isterim ben, şaşkın
güvercinleri, balçığı, sayıklayışını
muhabbet kuşlarından bir dalın
amansız yüksekliklerin tutsağı
akbabanın hapishanesini
çanta çiçekleriyle süslü
sarp geçitlerin en eski çamurunu
ben, halkın şairi
bir taşralı, kuşbaz
koşturdum dünyada yaşamı arayarak
kuş kuş tanıdım toprağı
keşfettim ateşin uçtuğu yeri
enerji kaybını
ve ödüllendirildi benim yansızlığım
kimse bir şey ödemediyse de bunun için
çünkü ruhuma bastım o kanatları
ve kıpırtısızlık hiç tutunamadı bende