şükrü erbaş
gün akşama döndü. içimde, uzayan gölgelerle menevişlenen bir geçmiş. yalnızlıkla yavaşlamış bir şimdi. kirpiği kaşına değmeyen bir gelecek. zaman bir tek eşyada sürüyor. sürmek değil bu, pul pul dökülen heves. ucu vazgeçmeye varan bir yılgınlık, bir gönül yorgunluğu. dünya etimde ürperiyor. "ben nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir." mi diyordu baudelaire? bir insana bir söz söylemek istiyorum. ne olursa olsun. bir insandan bir söz duymak. yoksa varlığımı duymayacağım. yoksa kalbim bir kötülüğe düşecek. gidip kalabalığa teslim olacağım. yoksa acı duyma yetimi yitireceğim. kalktım yürüdüm. sokaklar, bahçeler dolusu bir ilkyaz. sabah ayrı çiçekleniyor, akşam ayrı. gülhatmiden zeytin ağacına bir ışıklı, bir gölgeli iki gülümseme. sonsuzluk parmaklarımın ucunda yanıyor. ağaç değil, salkım salkım toprağa değen bir güneş. uzak bir denizde uzak bir kadın, göğüsleriyle gamzeler açıyor suya. kumların ana rahminde iki gecikmiş çocuk. zaman, aşktan ödünç alınmış bir dünya mucizesi. taşlar kanatlanıyor. aklımın ortasında kıpkırmızı bir nar ocağı; kadının ağzı halka halka büyüyor gecede. sözleri henüz ipek. frenk incirlerinden bir avludayız. ayışığı, suçluluk duygusunu kurtarmış gündüzün elinden. dağ, yatağımızı almış göğsüne sermiş. ayrılık şarkılarda bile yok. dünyanın bütün kadınları, bütün erkekleri gövdemizde can buluyor. iç içe geçmiş iki halka, geçmiş ve gelecek; hayal ve hatıra; suç ve sevinç. insan döner döner yalnızlığını severmiş. bunu o gün kim bilebilirdi ki..