ülkü tamer
bakırcı ustasının yanına bir çırak girmiş. çırak bir gün işe gelmiş, ertesi günü yok! ustası merak edip evine gitmiş, kapıyı çalmış. çocuğun annesi görünmüş pencerede. "oğlum artık gelmeyecek. mesleği öğrendi, kendisi dükkan açacak." demiş. sonra anlatmış: "nasıl olsa kolay! bakırı alıyorsun, döve döve biçim veriyorsun!" usta dayanamamış: "vay kerata! sadece kendisi öğrenmekle kalmamış, annesine de öğretmiş!"
laurence olivier: marilyn monroe profesyonel bir amatördü.
yokluktan var etmeyi becerebilen musa'ların sokağıdır yeşilçam. boyuna mucizeler yaratır. bana sorarsanız, dünyanın sekizinci harikası olmasa bile, ilk yirmiye mutlaka girer. dostlukların en hasını, düşmanlıkların en amansızını orada bulabilirsiniz. oturup kierkegaard'dan söz edebileceğiniz kişiler de vardır yeşilçam'da, yahya kemal deyince boş gözlerle yüzünüze bakanlar da. kimi çalışkandır, boyuna üretir; kimi kahvede çanak oynarken gökten zembille proje ve devlet yardımı inmesini bekler.
selmi ağabey'le (andak) eşi boşanmak için mahkemeye başvurmuşlar. yargıç, eşine, "kocanızla altı aydır konuşmuyormuşsunuz." demiş. "ne yapayım" demiş eşi, "sözünü kesmek istemiyorum."
ara güler: fotoğraf, makineyle değil, beyinle, yürekle çekilir. en güzel daktilo benim olsa, en iyi romanları ben mi yazarım?"
frank capra: filmcilikte kurallar yoktur, günahlar vardır sadece. en büyük günah da sıkıcılıktır.