steven pinker
insanların önüne bazı giyim eşyalarını dizseniz ve onlara bir tanesini seçip almalarını söyleseniz, genellikle en sağdakini alırlar. ama daha sonra onlardan o eşyayı seçmelerinin nedenlerini sıralamalarını isterseniz hiç kimse "çünkü en sağda duruyordu." yanıtını veremez. yalnızca eşyaların özelliklerinden söz ederler.
aynı nesnelerin başka türlü sıralanarak sunulduğu deneylerden geçmedikleri için bu insanlar, soldan sağa doğru dizilmişlik konumu gibi aptalca bir etmenin davranışlarını etkilediğini bilemezler. işte bizi etkileyen şeylerle ilgili anılarımız konusunda en önemli sorun budur. hiçbirimiz hayattaki seçimlerimizin nedenlerini ayıklamak için yapılan deneylerden geçmedik.
hans eysenck'in bir zamanlar dediği gibi, anne ve babanın çocuk üzerindeki en büyük etkisi gebeliğin oluştuğu andadır. doğar doğmaz özdeş ikizinden ayrılmış ya da bir başka bebekle birlikte evlat edinilmiş ve onun "sanal ikizi" olarak büyütülmüş biri dışında, insanların yaptıkları seçimler üzerinde genlerinin etkilerini bulmalarının yolu yoktur.
insanların en sık sözünü ettiği etki anne ve babalarının etkisidir. akademi ödüllerini kazananların ödülü alırken yaptıkları konuşmalar gibi, bir özyaşamöyküsü de, bize karşı sevgilerini esirgememiş olan insanlara teşekkür etmek için bir fırsattır. insanın ana-babasını şükranla anmaması bir evladın gösterebileceği nankörlüğün daniskasıdır.
ama davranışsal genetiğin bir ikinci bulgusu bize, anne-babanın herkesin sandığından daha az etkili olduğunu gösteriyor. yetenek ve mizaç ölçülerinin çoğuna göre, doğdukları zaman birbirlerinden ayrılmış kardeşler büyüdükleri zaman aralarında, birlikte büyümüş kardeşlere göre daha fazla fark olmuyor; evlat edinilmiş ve birlikte büyümüş kardeşlerse büyüdükleri zaman hiç de birbirlerine benzemiyor. bunun anlamı şudur: bir aile içinde iki çocuğun büyürken paylaştıkları her şey -ilgili ya da ilgisiz, sıcak ya da soğuk, derli toplu ya da dağınık, incelikli ya da kaba olan ana baba- bizi biz yapmakta uzun dönemde çok az etkili oluyor ya da hiç olmuyor.
bugün bizi biz yapan şey çocukluk deneyimlerimiz değil, çocukluk deneyimlerimizi oluşturan bugünkü bizleriz. olayları doğru anımsadığımız zaman bile, onların hayatlarımızın nedensel dokusu içindeki yerlerini genellikle yanlış saptarız.
anton çehov, bir oyunun ilk perdesinde seyirciye bir silah gösteriyorsanız, seyirci onun üçüncü perdede patladığını bilir, demişti. yaşam öykümüzü yazarken, üçüncü perdede silahın patlayacağını bilmek bizi o silahı birinci perdede göstermeye iter.
insanlara sertçe diş fırçalamanın sağlıksız bir şey olduğu konusunda inandırıcı savlar ileri sürerseniz, insanlar bu konudaki kanılarını değiştirmekle kalmazlar, eskiden bunun tersine inandıklarını inkar eder, hangi sertlikte fırçaladıkları konusundaki tahminlerini değiştirirler. çalışma becerilerini geliştirmek üzere işe yaramaz bir programa aldığınız kişilerin çoğu daha önceki becerilerini küçümserler; çünkü geliştiklerine inanmak isterler ve şimdiki anı değiştirmek daha güçtür.
insanların çoğu, yaşları ilerledikçe daha iyi uyum sağladıkları gibi yanlış bir kurama inanırlar, bunun sonucu olarak da kendilerinin yirmi beş yıl önceki uyumluluk oranını, olduğundan daha kötü olarak, yanlış hatırlarlar. bunun tam tersine olarak, çoğu insan yaşla belleğin zayıflama hızını, gerçekte olduğundan fazla abartır. yine anılarını kabullendikleri varsayımlara uydururlar ve altmışlarına geldiklerinde otuzlu yaşlarındaki bellek yeteneklerini abartırlar.