jack arnold
küçülmeye devam ediyordum. ne olmak için? bölünemeyecek kadar noktaya küçülmek için mi? neydim ben? hâlâ bir insan mıydım? yoksa geleceğin insanı mı?
başka radyasyon patlamaları olur, başka radyasyon bulutları denizleri ve kıtaları aşarak yayılırsa, diğer canlılar da beni izleyip bu uçsuz bucaksız yeni dünyaya gelirler miydi?
en küçük olmakla sonsuz büyük olmak birbirine ne kadar yakındı!
birden bunların aslında aynı kavramın iki ucu olduğunu anladım. inanılmaz ölçüde küçük olanla inanılmaz ölçüde büyük olan, sonunda devasa bir dairenin uçlarının birleşmesi gibi birleşiyor.
sanki gökleri kavrayabilecekmişim gibi başımı yukarıya kaldırıp baktım. evreni, sayısız dünyaları. tanrı'nın gümüşi örtüsü geceye yayılmıştı ve o anda aradığım cevabı, sonsuzluk bilmecesinin yanıtını buldum.
hep insanın kendi sınırlı boyutları çerçevesinde düşünmüştüm. doğayla ilgili varsayımlar yapmıştım. oysa varoluş doğanın değil, insanın kavrayışı içinde başlar ve son bulur.
gövdemin hiçe dönüştüğünü, hiçleştiğini hissettim. korkularım eriyip yok oldu ve onların yerini kabullenme aldı.
yaratılışın bu büyük görkemi. bunun bir anlamı olmalıydı. o zaman ben de bir anlam taşıyordum. evet, en küçükten de küçük olan ben de bir anlam taşıyordum.
tanrı katında sıfır diye, hiçlik diye bir şey yoktur.
ben hâlâ varım!