jorge amado
susamıştı; mutfağa gidip testiden su doldurdu. amcasının dükkanından getirdiği elbise ve sandalet paketini görünce bir duraksama geçirdi. en iyisi bunları yarın vermek ya da noel hediyesi gibi kapısının önüne bırakıvermekti; hizmetçi bunu uyanınca görürdü. gülümsedi ve paketi aldı. mutfakta kana kana su içti. o gün servise yardım ederken içkiyi fazla kaçırmıştı.
ay ışığı, gökyüzünün tepesinden papaya ve guava ağaçlarının yetiştiği bahçeyi aydınlatıyordu. hizmetçi odasının kapısı açıktı. sıcak yüzünden belki. filomena'nın zamanında hep kilitli olurdu. ihtiyar kadın, bütün serveti olan aziz resimlerini çalarlar diye hırsızlardan korkardı. ay ışığı odayı aydınlatmıştı. nasib ilerledi. paketi yatağın başucuna bırakacaktı. uyanır uyanmaz görür, yerinden fırlar ve belki yarın gece..
bakışlarını loş odada gezdirdi. ay ışığı yatağa vurmuş, bacağının bir kısmını aydınlatmıştı. nasib o gece risoleta'nın koynunda uyuyacağını ummuştu. bu umutla kabareye koşmuş, kızın bu işteki kent fahişelerine taş çıkaran ustalığını anımsayarak düşlere kapılmıştı. ama hevesi kursağında kalmıştı. şimdi gabriela'nın esmer bedenini, yataktan sarkan bacağını görüyordu. yalnız bunları mı; yamalı örtünün altından karnının ve memelerinin şeklini seçebiliyordu. memelerinden biri örtünün altından fışkırmıştı. nasib gözlerini kırpıştırdı. karanfil kokusu başını döndürüyordu.
gabriela uykusunda kımıldadı, arap odaya girdi, elini uzatmıştı; fakat uyuyan bedene dokunmaya cesaret edemiyordu. acele gereksizdi. ya haykırırsa, ya rezalet çıkarırsa, ya çekip giderse? yeniden aşçısız kalır ve bunun gibisini bulamazdı. paketi bırakıp çıkmak en iyisiydi. yarın işe biraz geç gider, güvenini kazanır, sonunda gönlünü fethederdi.
paketi koyarken eli neredeyse titriyordu. gabriela irkildi, gözlerini açtı, tam bir şey söyleyecekti ki, ayakta durmuş kendine bakan nasib'i gördü. içgüdüsel bir hareketle örtüyü çekti; ama şaşkınlıkla ya da kurnazlıkla kayıp düşmesine yol açtı. doğruldu, çekinerek gülümsedi. ay ışığında iyice görünen memesini saklamaya kalkışmıyordu bile.
nasib, "size hediye getirdim." diye kekeledi. "yatağınızın üzerine bırakacaktım. henüz içeri girmiştim.."
kız gülümsüyordu. korkudan mı? yoksa ona cesaret vermek için mi? ikisi de mümkündü. çocuksu bir duruşu vardı; bunda hiçbir kötülük yokmuş gibi, böyle şeyler hakkında hiçbir şey bilmiyormuş, baştan ayağa safmış gibi memelerini ve bacaklarını hiç gizlemiyordu. elini uzatıp paketi aldı.
"teşekkür ederim bayım. tanrı da size versin."
sicimi söktü. nasib onu dikkatle süzüyordu. aynı güler yüzle elbiseyi üzerine tuttu, eliyle okşadı.
"ne güzel.."
sonra ucuz ayakkabılara baktı. nasib soluk soluğaydı.
"öyle iyisiniz ki, bayım."
istek nasib'i sarıyor, boğazını tıkıyordu. kızın görünümü başını döndürüyor, karanfil kokusu sarhoş ediyordu. kız elbiseye bakarken o saf çıplaklığı bazen kapanıyor, bazen ortaya çıkıyordu.
"ne güzel!" sizi epey bekledim, yarınki yemekler için bilgi almak istiyordum. ama geç olunca gelip yattım."
"çok işim vardı." nasib güçlükle konuşuyordu.
"zavallı efendim.. yorgun değil misiniz?" elbiseyi katladı, ayakkabıları yere bıraktı.
"verin, çiviye asayım."
eli, gabriela'nın eline değdi. kız gülmeye başladı.
"bu el ne kadar soğuk!"
nasib kendini daha fazla tutamadı. kolunu kavradı, öbür eliyle de ay ışığında görünen memesini aradı. kızı kendine doğru çekti.
"benim güzel efendim."
karanfil kokusu odayı doldurmuştu; gabriela'nın bedeninden yayılan sıcaklık nasib'i sarıyor, tenini yakıyordu. ay ışığı, yatağın üzerinde solup gidiyordu. bir solukta, öpücükler arasında gabriela'nın baygın sesi, "benim güzel efendim." diye yineliyordu.