16.04.2016

o belde

ahmet haşim

denizlerden
esen bu ince hava saçlarınla eğlensin
bilsen
melâl-i hasret-ü gurbetle ufk-u şama bakan
bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin
ne sen
ne ben
ne de hüsnünde toplanan bu mesâ
ne de âlâm-ı fikre bir mersâ
olan bu mâi deniz
melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz
sana yalnız bir ince tâze kadın
bana yalnızca eski bir budala
diyen bugünkü beşer
bu sefil iştihâ, bu kirli nazar
bulamaz sende, bende bir ma'nâ
ne bu akşamda bir gam-ı nermîn
ne de durgun denizde bir muğber
lerze-î istitâr-ü-isti'nâ

sen ve ben
ve deniz
ve bu akşam ki lerzesiz, sessiz
topluyor bû-yu rûhunu gûyâ
uzak
ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
bu nefy-ü-hicre müebbet bu yerde mahkûmuz

o belde
durur menâtık-ı dûşîze-i tahayyülde
mâî bir akşam
eder üstünde dâimâ ârâm
eteklerinde deniz
döker ervâha bir sükûn-u menâm
kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylidir
hepsinin gözlerinde hüznün var
hepsi hemşiredir veyâhût yâr
dilde tenvîm-i iztırâbı bilir
dudaklarındaki giryende bûseler, yâhût
o gözlerindeki neylî sükût-u istifhâm
onların rûhu, şâm-ı muğberden
mütekâsif menekşelerdir ki
mütemâdî sükûn-u-samtı arar
şu'le-î bi-ziyâ-yı hüzn-ü kamer
mülteci sanki sâde ellerine
o kadar nâtüvân ki, âh, onlar
onların hüzn-ü lâl-ü müştereki
sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
hepsi benzer o yerde birbirine

o belde
hangi bir kıt'a-i muhayyelde
hangi bir nehr-i dûr ile mahdût
bir yalan yer midir veya mevcût
fakat bulunmayacak bir melâz-ı hulyâ mı
bilmem.. yalnız
bildiğim, sen ve ben ve mâî deniz
ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
bende evtâr-ı hüzn-ü ilhâmı
uzak
ve mâî gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
bu nefy-ü hicre müebbet bu yerde mahkûmuz