kara hükümdar gösteriyor yırtıcı hayvan tırnaklarını
on solgun mehtabı yörüngeye kovalıyor
ve buyruklar yağdırıyor büyük tropik yağmurlara
dünya, sana öteki kutbundan bakıyor
denizleri aşıp, altın ve fildişi sahillerine
varıyorsun, kara hükümdarın ağzına kadar
ama orada, hep diz çökmüş kalıyorsun
bir nedeni yok seni bırakmasının da, seçmesinin de
ve buyruklar yağdırıyor büyük öğlen dönencesine
hava, yeşilin rengi ve mavi camlar parçalanıyor
güneş haşlıyor balığı sığ sularda
ve manda sürüsünün etrafında otlar tutuşuyor
öteki aleme gidiyor körleşmiş kervanlar
ve hükümdar, çölde kamçısıyla kum fırtınaları estiriyor
istediği, seni görmek, ayaklarında yalazlarla
tenindeki kırbaç izlerinden kırmızı kum akıyor
o ise postuyla ve alacasıyla, senin yanında
yakalayıp, ağını üzerine atıyor
beline sarmaşıklar dolanıyor
yağlı eğreltiotları ise boynunun çevresinde
inlemeler ve haykırışlar yükseliyor ormanın her yanından
hükümdar fetişi kaldırıyor. sözü yitiriyorsun
kapkara davullara vuruyor yumuşak tahtalar
sen, büyülenmişçesine kendi ölüm yerine bakıyorsun
bak, ceylanlar uçmakta havalarda
hurma sürüsü yarı yolda kalıyor
her şey tabu: topraklar, yemişler, akarsular
krom kaplı bir yılan dolanmış koluna
hükümdar bırakıyor elinden alametlerini
takın mercanları, bırak kendini ışıklı bir çılgınlığa
sen alabilirsin krallığın elinden kralını
sen, kendin de bir esrar, bak onun esrarına
bütün sınırlar çöküyor ekvator boyunca
panter, aşk odasında yalnız başına kalıyor
ölümün vadisini aşarak geliyor bu yana
ve pençesi, göğün eteklerine değiyor