can dündar
iktidar, her türden defoyu gizleyen parlak bir örtüdür.
insan vücudunda görevini yaparken kanla dolan iki organ var: biri kalp; diğeri erkekte penis, kadında klitoris. aşkı sekse bağlayan en somut kanıt bu galiba.
shakespeare: acıkan şehvet, ruhu ezip geçer.
bu gece tek kişilik sofranıza çift kadeh koyun. izleyin canlı yayında potansiyel katillerin buselerini. siz içtikçe canlansın o güzelim anılar. unutmayın ki, yalnızlığın da kahredici bir tadı var.
modern rus edebiyatının kurucusu sayılan puşkin, kitaplarında romantik şiirlerini yayımlarken günlüğüne pornografik içgüdülerini yazıyordu. puşkin'e ait olduğu iddia edilen gizli günce'yi okurken sevgilisi için söylediği iki cümle dikkatimi çekmişti: "hangi biçimi istersem, o biçimi alabileceğini düşünmüştüm. sadece tanrı'nın yaratış anında hissedebileceği bir coşkuyla doluydum."
ilkbaharda çoğunlukla imkansızlıktır aşkı filizleyen, besleyen; sonbahardaysa fedakârlık.
çocuklara, "aşk nedir?" diye sormuşlar. şöyle demiş afacanlardan biri: "anneannem sırtından hasta olmuştu. eğilemediği için ayaklarına oje süremiyordu. dedem, devamlı elleri titremesine rağmen anneannemin ayaklarına oje sürüyordu. bence aşk budur."
"dost düşman söz eder kendi kavlince
kınanmak yiğit başına
bu ne ayıp ne de yasak
öylece bir gerçek
kendi halinde belki yaşamama sebep" (ahmed arif)
günseli inal: bir toplumda kadın şairin varlığı, o toplumun ilerleme ve uygarlık düzeyi göstergesidir.
inanılmaz bir sahneydi okuduğum: görmeyenler arası futbol müsabakası.. görmeyen bir forvet, görmeyen bir kaleciye penaltı atacak. iyi de kaleyi nasıl "görecek"? işte halis kuralay, ayşe arman'a buna buldukları çözümü anlatıyordu. kale direği niyetine, görmeyen iki insan koyuyorlarmış. penaltıyı çeken bağırıyormuş: "sağ kale direği?" karşıdan ses geliyor: "buradayım!" "sol kale direği?" "ben de buradayım!" "kaleci?" "burada!" şut!
defosuz insan beklentisinin, sadece hayalperestlik değil, aynı zamanda haksızlık olduğunu erken anladım.
refik halit karay, "üç nesil üç hayat" kitabında, "meşrutiyet öncesinde aşk, gizli ah'lar, of'lar, iç çekmeler, iğne ipliğe dönmeler, verem olmalardan ibaretti." diye yazar. delikanlı, yüzünü bile göremeden sevdiği yavuklusuna aşkını ilan etmek için penceresi önüne bir parça kömür, bir limon, bir de kuru ekmek bırakır. kömür, "aşkından yandım kavruldum." demektir. limon, "sevdanla sararıp soldum." kuru ekmek ise, "yeter ki kavuşalım, ömrümce kuru ekmek yemeğe razıyım."
refik erduran ağabeyimiz 70 yaşında amerika'ya gittiğinde, "mavi hapı denediğini açıklayan ilk türk" oldu ve izlenimlerini milliyet'e yazdı. zafer satırlarında, iktidara kavuşmuş bir liderin coşkusu vardı: "ne yalan söyleyeyim, böyle bir deneyimi gençliğimde bile yaşamadım. yüzde 100 değil, yüzde 110 başarı."
nietzsche: insan kirli bir nehirdir. kirli bir nehri, kirlenmeden içine alabilmen için deniz olman gerekir.
sokakta şiddetin, sinemada pornonun hüküm sürdüğü 1970'lerin sonlarında sevgili hocam prof. ünsal oskay, "eros'un ölümü"nden söz ederdi bize, üniversitede. dünya hızla ve acımasızca değişirken yaşadığı ekonomik ve kültürel sarsıntının nedenlerini kavrayacak birikime sahip olmayan kesimlerin nasıl husumete sürüklendiğini anlatırdı. sıradan insan, bu husumeti iktidara değil, en yakınındaki benzerlerine yöneltir; şiddete, kabalığa, zorbalığa başvururdu. kitlelerin ruh sağlığı bozuldukça eziklikten doğan bir üstünlük duygusu ve sadizm öne çıkardı. bu, yaşama sevincinin ölümünün habercisiydi.
mutluyu oynamak, kırık kalplerin ayakta kalma yöntemidir.
o küçük ayrıntılar! sıradan, önemsiz, manasız görünen detayları gündelik hayatımızın. aslında ne çok anlam yüklüdürler ve ne çok gizli hastalığı ele verirler! yıllar önce bir arkadaşım evini terk ederken, "lavaboda sıkılmış diş macunu artıkları görmeye dayanamıyorum." demişti.
"insanın hası, beraberken değil, ayrılırken belli olur." derler.
karacaoğlan, "ay doğup da şafak atmada sandım / meğer yârin düğmeleri çözülmüş," diyerek divan şiiriyle dalga geçer. fecrin onun dünyasında daha somut ve dünyevi bir anlamı vardır. sevgili üzerinden allah'a ilanıaşk etmez; tersine, "öpülmemiş kızların kabul olmaz orucu" diyerek, aşka mani olan bir inanç sistemine posta koyar.
kant'ın dediği gibi, "mutluluk aklın değil, tahayyülün bir idealidir."
aşk -çoğu zaman karın doyurmasa da- hissiyatların en eşsizi, performansın katıksız besleyicisi ve bilinen en iyi ses açıcıdır. aşkla çınlayan yüreğin sesi, semaya vurur.
bugün sevdalılara yollanacak ne kadar şiir, söylenecek ne kadar şarkı, kulaklarına fısıldanacak ne kadar aşk sözcüğü varsa çoğu, sevdası uğruna gemileri yakmayı göze almış cesur âşıkların eseridir.
imajını bozan bir aşk, aşkını gömen bir imajdan evladır. seni ebediyete taşır.
şarkıları, şiirleri, ağıtları hep su üzerineymiş. merak edip sormuş beyaz adam: "niye şiirleriniz hep sudan söz ediyor?" "buralarda en çok suyun yokluğunu çekiyoruz da ondan," deyip gülmüş yerli: "ya sizin şiirleriniz niye hep sevgiden söz ediyor?"