ian mcewan
o gece annemle babam çimento torbaları yüzünden kavga ettiler. sessiz biri olan annem feci kızmıştı. babamdan hepsini geri yollamasını istiyordu. yemeği henüz bitirmiştik. annem konuşurken, babam pek dokunmadığı yemeğinin üzerine çakıyla piposunun haznesinden siyah parçalar kazıyordu. piposunu anneme karşı nasıl kullanacağını bilirdi. annem ona ne kadar az paramız olduğunu ve yakında tom'un okula başlamak için yeni giysilere ihtiyacı olacağını söylüyordu. babam piposunu dişlerinin arasına, vücudunun eksik bir parçasıymış gibi yerleştirdi ve torbaları geri yollamanın söz konusu olmadığını ve konunun kapandığını söyledi. kamyonu, ağır çuvalları ve onları getiren adamları gördüğümden, babamın haklı olduğunu seziyordum. ama o şeyi ağzından çıkarıp haznesinden kavrayarak, siyah sapını anneme doğru tuttuğunda ne kadar da kendini beğenmiş ve budala görünüyordu. annem daha da kızdı, sesi hiddetten boğuldu.
julie, sue ve ben, yukarı julie'nin odasına sıvışıp kapıyı kapadık. annemin sesinin iniş çıkışları aşağıdan bize ulaşıyordu, ama sözler kayıptı. sue, parmaklarının eklem yerleri ağzında, kıkırdayarak yatakta yatıyor, bu sırada julie kapıya bir sandalye dayıyordu. birlikte çabucak sue'yu soyduk ve pantolonunu indirirken ellerimiz birbirine değdi. sue çok zayıftı. derisi göğüs kafesine sımsıkı yapışıktı ve kalçalarının sert, kaslı çıkıntısı tuhaf biçimde kürek kemiklerine benziyordu. bacaklarının arasında açık renk, kızılımsı ince tüyler çıkmıştı.
oyuna göre, julie'yle ben uzaydan gelen bir yaratığı inceleyen bilim adamlarıydık. çıplak vücut karşısında birbirimize bakarak, kesik germanik seslerle konuşuyorduk. aşağıdan, annemin sesinin yorgun, ısrarlı vızıltısı geliyordu. julie'nin gözlerinin altında, ona az bulunur vahşi bir hayvanın derin ifadesini veren yüksek elmacık kemiği çıkıntıları vardı. elektrik ışığında gözleri siyah ve iriydi. yumuşak ağız çizgisi sadece iki ön dişle kesintiye uğruyordu ve gülümsemesini gizlemek için biraz somurtması gerekiyordu. ben ablamı incelemeye can atardım; ama oyun buna izin vermezdi. "evet?" sue'yu yuvarlayıp önce yan, sonra da yüzüstü yatırdık. tırnaklarımızla sırtını ve uyluklarını okşadık. fenerle ağzının içine, bacaklarının arasına baktık ve etten küçük çiçeği bulduk.
"buna ne diyorsunuz, herr doktor?"
julie ıslak bir parmakla orayı okşadı ve sue'nun kemikli omurgası boyunca küçük bir titreme oldu. dikkatle seyrettim. parmağımı ıslattım ve julie'ninkinin üzerinden kaydırdım.
"ciddi bir şey değil" dedi julie en sonunda ve yarığı baş ve işaret parmaklarıyla kapadı. "ama gelişmeleri takip edeceğiz, ja?"
sue devam etmemiz için yalvardı. julie'yle bilmiş bilmiş, hiçbir şey bilmeden birbirimize baktık.
"şimdi julie'nin sırası" dedim. "hayır" dedi julie her zamanki gibi. "senin sıran." hâlâ sırtüstü yatan sue bize yalvarıyordu. odayı geçtim, sue'nun eteğini aldım ve ona attım. "söz konusu olamaz." dedim ağzımda hayali bir pipoyla. "konu kapanmıştır." kendimi banyoya kapattım ve pantolonum bileklerimde, küvetin kenarına oturdum. julie'nin, sue'nun bacakları arasındaki açık kahverengi parmaklarını düşünerek kendimi kısa, kuru bir zevkle tatmin ettim. kasılma geçince iki büklüm durdum ve aşağıdaki seslerin çoktan susmuş olduğunu fark ettim.