tayeb salih
suya annemin beni doğurduğu zamanki kadar çıplak girdim. soğuk suya ilk dokunduğumda bir ürperme hissettim. sonra ürperme yerini uyanıklığa bıraktı. nehir seviyesi ne sel zamanlarındaki kadar yüksek ne de suyun en az olduğu zamanlardaki kadar alçaktı. mumları söndürdüm, odanın kapısını kilitledim ve hiçbir şey yapmadan bahçe kapısından çıktım. bir başka yangın hiç iyi olmazdı. onu konuşurken bıraktım ve dışarı çıktım. hikayesini bitirmesine izin vermedim. mezarına gidip orada durmayı düşündüm. anahtarı hiç kimsenin bulamayacağı bir yere atmayı düşündüm. sonra aksine karar verdim. anlamsız hareketler. yine de bir şeyler yapmalıyım.
şafağın ilk ışıkları parıldarken ayaklarım beni nehir kıyısına götürdü. yüzerek öfkemi dağıtacaktım. iki kıyıdaki nesneler de yarı görülebilir durumdaydı. bir görünüyor, bir kayboluyorlar, ışık ve karanlık arasında yön değiştiriyorlardı. nehir eski ve tanıdık sesiyle yankılanıyordu, hareket ediyor ama yine de sabit görüntüsünü koruyordu. nehrin yankısından ve fazla uzakta olmayan su pompasının amaçsız hareketinden çıkan sesten başka ses yoktu. kuzey kıyısına doğru yüzmeye başladım. bedenimin hareketleri yavaşlayıp nehrin gücüyle huzurlu bir ahenge kavuşana kadar yüzdüm, yüzdüm. suda hareket ettiğimi düşünmüyordum artık. kollarımın suya çarpışı, bacaklarımın hareketi, güçlükle nefes alışımın sesi, nehrin yankısı ve kıyıdaki su pompasının sesi.. yalnızca bu sesler vardı. yüzdüm, yüzdüm, kuzey kıyısına varmaya kararlıydım. amacım buydu. önümde kıyı alçalıp yükseliyordu. sesler tümden kesiliyor ve birden yükseliyordu. yavaş yavaş nehrin yankısından başka hiçbir şey duyamaz oldum. sonrası sanki çok geniş yankı yapan bir salondaymışım gibiydi. kıyı alçalıp yükseldi. nehrin yankısı söndü ve patladı. önümde bir yarım dairenin içinde şeyler gördüm. sonra görme ve körlük arasında gidip geldim. bilincim bir açık, bir kapalıydı. uyuyor muydum, uyanık mıydım? yaşıyor muydum, ölü müydüm? yine de ince, kırılgan bir bağ vardı: hedefin önümde olduğu duygusu, altında değil; bu yüzden ileri doğru gitmeliydim, dibe değil. ama bu bağ öylesine narindi ki, kopmak üzereydi ve nehir yatağında yatan güçlerin beni aşağı çektiğini hissettiğim bir noktaya geldim. kollarımda ve bacaklarımda bir uyuşma hissettim. ses genişledi, yankılar hızlandı. şimdi, birden, nereden geldiğini bilmediğim bir güçle, bedenimi suyun üstüne çıkardım. nehrin yankısını ve su pompasının sesini duydum. sağıma soluma baktım, kuzey ve güney arasında yolu yarılamıştım. devam edemiyordum, geri dönemiyordum. sırtüstü döndüm ve hareketsiz kaldım. kollarımı ve bacaklarımı beni suyun üzerinde tutmaya yetecek kadar bile hareket ettirmekte güçlük çekiyordum. nehrin yıkıcı güçlerinin beni aşağı çektiğinin ve akıntının beni eğik bir açıyla güney kıyısına sürüklediğinin bilincindeydim. bu dengeyi uzun süre koruyamayacaktım. er ya da geç nehrin güçleri beni derinliklere doğru çekeceklerdi.
ölüm ve yaşam arası bir durumda kuzeye doğru giden kum kekliklerinin toplanmasını gördüm. yazda mıyız kışta mı? öylesine mi uçuyorlar yoksa göçüyorlar mı? kendimi nehrin yıkıcı güçlerine sunduğumu hissettim. bacaklarımın, bedenimin geri kalanını dibe çektiğini hissettim. bir an, ne kadar kısa ya da uzun olduğunu bilmiyorum, nehrin yankısı korkunç yüksek bir uğultuya dönüştü ve tam olarak aynı anda şimşek çakması gibi parlak bir aydınlık kapladı etrafı. sonra, belirsiz bir süre boyunca sessizlik ve karanlık hüküm sürdü. ardından gökyüzünün hareket ettiğinin ve yaklaştığının farkına vardım, kıyı yükseliyor ve alçalıyordu. birden korkunç bir sigara içme arzusu duydum. yalnızca bir arzu da değildi, açlıktı, susuzluktu. ve o anda kabustan uyandım.
gökyüzü yerine oturdu, kıyı da öyle. ve pompanın sesini duydum. bedenimdeki suyun soğukluğunun farkına vardım. sonra zihnim berraklaştı, nehirle olan ilişkim yerli yerine oturdu. suyun üzerinde duruyorsam da onun parçası değildim. şu an ölürsem tıpkı doğduğum gibi ölmüş olacağım, bunda iradi bir tasarrufum olmayacak diye düşündüm.
bütün yaşamım boyunca seçim yapmadım, karar vermedim. şimdi bir karar veriyorum. hayatı seçiyorum. yaşamalıyım; çünkü mümkün olan en uzun süre birlikte kalmak istediğim birkaç kişi ve yerine getirmem gereken sorumluluklarım var. hayatın bir anlamı olup olmaması beni ilgilendirmiyor. eğer affedemiyorsam unutmayı denemeliyim. güçle ve marifetle yaşamalıyım. ellerimi ve ayaklarımı hareket ettirdim, sertçe ve güçlükle. ta ki bedenimin üst kısmı suyun üstüne çıkana kadar. sahnedeki bir komedi oyuncusu gibi, geriye kalan tüm gücümle bağırdım: "imdaaat! imdaaaat!"