george orwell
bulaşıkçı, modern dünyanın kölelerinden biridir. elbette bulaşıkçı için yanıp yakılmak gerekmez; çünkü birçok el işçisinden daha iyi durumdadır. fakat yine de alınıp satılan bir insandan daha özgür değildir. yaptığı iş köle işidir ve o işte herhangi bir hüner yoktur. ancak ölmeyecek kadar ücret alır. tek tatilini kovulduğunda yaşar. yaşamında evlilik diye bir şey yoktur ya da evlense bile karısı da çalışmak zorundadır. bu yaşamdan kurtulup kaçacağı tek yer hapishane olabilir.
şu anda paris'te günde on saat, on beş saat tabak ovan üniversite mezunu erkekler bulunduğundan eminim. bunun sadece bu adamların aylaklığından, işe yaramazlıklarından kaynaklandığını söyleyemeyiz; çünkü aylak adam, avare adam bulaşıkçı olmaz. bu insanlar düşünceyi olanaksız kılan bir çarkın tuzağına kapılmış kimselerdir. şayet bulaşıkçılar düşünmüş olsalardı, çoktan bir sendika kurar, ücretlerini artırmak için greve giderlerdi. ama düşünmezler, çünkü düşünecek vakitleri yoktur. yaşamları onları köle yapmıştır.
sorun şu: neden bu kölelik sürüp gidiyor? insanlar her çalışmanın doğru dürüst bir amaç için olduğunu peşinen akıllarına koymuşlar bir kez. birinin hoş olmayan bir iş yaptığını görüyorlar. "o iş gereklidir." deyip kendilerini sorunu çözdüklerine inandırıyorlar. örneğin, madenden kömür çıkarmak çetin iştir ama zorunludur. çünkü kömür bizim için gerekli bir şeydir. lağımcılık hoş iş değildir ama birinin lağımda çalışması gerekir. bulaşıkçının işi için de aynı şekilde düşünülür. bazı kimseler restoranda karınlarını doyurmak zorunda, bazı kimseler de haftanın seksen saatini onların tabaklarını temizleyerek geçirecek. bu, uygarlık gereğidir; o halde sorgulanamaz bir durumdur. işte dikkate alınması gereken şey, bu nokta.