yüreğim övünçle taşıyor sanki, şarkı söylememi buyurunca sen; yüzüne bakıyorum, yaşlar doluyor gözlerime. yaşamımda aykırı, yırtıcı ne varsa eriyip haklı bir düzene çevriliyor; denizin üstünden uçan mutlu bir kuş gibi kanat açıyor tapınışım.
öyle hafif, öyle yumuşak, ince, hüzünlü, karanlık ki; onu bu yüzden seviyorsun, sen, ey temiz, ey duru! o da senin o korkunç beyaz ışığını bu yüzden kapatıyor üzgün gölgelerle.
bütün engelleri yıkarak bir şarkıyla akar ırmak. ama dağ kalır, anımsar, sevgisi koşar sularının ardından.
gece derin, ev sessiz, kuş yuvaları uykuya bürünmüş. kararsız gözyaşların, çekingen gülümseyişin, tatlı utancın, acınla yüreğinin gizini söyle bana!
geceleyin bahçede gençliğimin köpüren şarabını sundum sana. ben peçeni kaldırır, saçlarını çözer, sessizlikle güzelleşen yüzünü göğsüme çekerken, tası dudaklarına kaldırdın, indirdin gözlerini, gülümsedin -ayın düşleri uyku dünyasından taşınca geceleyin.
bugün seherin çiyle serinleyen durgunluğunda sen, yıkanmış, beyazlar giyinmiş, tanrının tapınağına yürüyorsun elinde bir sepet çiçekle. tapınağa giden ıssız yolun kenarında, ağacın gölgesinde, seherin durgunluğunda, başım eğik, duruyorum.
yok olmuş günlerimin gençliğinden bir çağrı geldi bana: gülüşlerin gözyaşına döndüğü, saatlerin söylenmemiş şarkılarla sızladığı daha doğmayan mayısın titreyişleri arasında bekliyorum seni.
yılların yıpranmış izlerinden, ölüm kapılarından geçip gel bana. düşler solar çünkü, umutlar söner, çürür yılın koparılmış yemişleri; ben sonsuz gerçeğim ama, beni yeniden, yeniden göreceksin kıyıdan kıyıya ettiğin yaşam yolculuğunda.
ben gece gibiyim sana, küçük çiçek.
yalnız duruluk, yalnız karanlıkta gizlenen uyanık bir sessizlik verebilirim sana.
durul yüreğim, bu büyük ağaçlar yakarışlardır.
kimsenin konuğu değilim günün sonunda.
önümde uzun gece var, yorgunum.
kendi ayak izlerini bulacaksın benim şarkılarımda.
kendi ayak izlerini bulacaksın benim şarkılarımda.