cevdet kudret
bir cuma günü bekçi kapıyı çaldı; mahalle imamının bir iş görüşmek için hamza bey'i çağırdığını bildirdi. adam giyinip çıktı.
imamın yanında muhtar ve mahalle yönetim kurulundan birkaç kişi daha vardı. oturdu. şuradan buradan konuşulduktan sonra imam asıl konuya girdi:
"hamza bey" dedi, "mahallede sizin aleyhinizde birtakım sözler dönüyor."
"sizin aleyhinizde de birtakım sözler dönüyor, imam efendi."
"ben evimde nikahsız kadın beslemiyorum."
"ben de yoksullara yardım için mahalleden toplanan paraların yarısını cebime atmıyorum. hem bunu kim haber verdi size?"
"gayri orasını bilmiyorum. mahalleli 'istemeyiz!' diyor. baskın yapmaktan filan söz ediyorlar. anladınız ya, buradan çıkıp gitmeniz gerek."
hamza bey, bu oyunu boşadığı karısının oynadığını anlamakta gecikmedi. herhalde bir gün gelmiş, imamı görmüş, muhtara yalvarmış, mahalleliye dert yanmış, ağlamış, bayılmış, aleyhindeki bu havayı yaratmıştı.
adam güldü:
"bense" dedi, "yakında bir nikah töreni yapmayı, fakirhanede mahalle komşularıma mütevazı bir ziyafet çekmeyi, imam efendiye de bolca bahşiş sunmayı düşünüyordum."
"bakın, böyle konuştuğunuz vakit sizi ne iyi anlıyorum! ben zaten söylemiştim, 'komşular' demiştim, 'bu aklı başında, sözü sohbeti yerinde bir adama benziyor; durun hele acele etmeyin, ben kendisiyle bir görüşeyim.' evet, öyle demiştim. çok şükür yanılmamışım."
hamza bey gerçi bir hafta sonra melahat'le nikahlandı; fakat ne imama ne de mahalleliye olan vaatlerini yerine getirdi; onlardan böylece öç almış oldu.