"bir şû'lesi var ki şem'-i cânın
fânûsuna sığmaz âşinânın"
(şeyh galip)
iki sonbahar kaçakçısı
dün izmir'de yakalandı
ilk yudumda ağlamaya başlamıştı
şakakları ter içinde gece saat on
kibrit aranıyor göğüs geçirerek
bütün sevgilerinde yanılmıştı
bir omzuna almış sanki gökyüzünü
dudakları masmavi alsace lorrain
yüzü cermenlerin en eski hüznü
hölderlin bakıyor sisli gözlerinden
ellerini şöyle okşayacak oldum
duydum nabzının gök gürültüsünü
gizlice diş biler içinden herkese
gizlice diş biler içinden herkese
yaşamaktan çok ölmeye yakın
öldürmeye değil sakın aldanmayın
aklınca aldatıyor böyle sağı solu
izmir'deysem eğer ya bürümcük bir karabiber
ya dikenli bir palmiye ağustos delisi
ayışığında ya da bir turunç ağacı
yıldız serpintileriyle sırılsıklam
şarkılar söyleyeni azaldıkça güzelleşir
en güzel şarkı eylül'ün getirdiğidir
alacakaranlıktaki yalnızlık sesleri
içimize uçuşan çınar yapraklarından
istanbul'dan dört beş yılı silip atacaksın
yaşantın küçüldü mü yaşadım saymayacaksın
bitti sandıkları an yeniden başlayacaksın
hatta gülümseyerek belli belirsiz dargın
göğsünde yalap yalap yanardağ şarkıları
ölümün gerçekliğini etinde duyanların
hayattaki her şeye karşı onarılmaz bir kırıklıkları vardır
elimden gelen bu ben iki kişiyim
ikisi birbirinden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi yakıyor
çoğalmak neyse ne azalmak zor
nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi
bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır
insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır
kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır
dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar
yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar
boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır
o demirden şiirler ki sanki tabancalardır
umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır
nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı
olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması