ahmed arif
leylacığım, gene suskunluklara, iyi saatte olsunlara karıştın. öyledir kafir dünya. biraz erincimiz, biraz günlük gecelik can avuntumuz oldu mu, unutuveririz dostu, canı, uzaktakini. dağlarla, deli sularla, yasaklar, pis ve kuş beyinli katil adamlarla, senden ayrı düşeni. nicesin? can tılsımının bu tek kelimede gizlendiğini duyarım. nicesin?
şimdi burada güzel bir şafak. gene uykusuz, mutsuz, tedirginim. sana yazmak, yazmak, yazmak istiyorum. seni bütün şafaklarda, evrenlerin o ıssız ihanet saatinde öperim. ve sen geçersin içimden. bitmek bilmezsin.
seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir.
bana öyle geliyor ki sen beni görmek istemiyorsun. işte oraya gelmeme engel ya da sebep olan asıl bu. gelicem, kahveni, cıgaranı içicem, sonra da iyi akşamlar, iyi geceler deyip boynumu kırıp gidicem; otele ya da bir gecekondu yatağına. allah kahretsin, bunu düşündükçe geberesiye tiksiniyorum dünyadan.
dün yemekte anneme "beethoven gelse istese kızını verir miydin?" diye sordum. "kim bu herif?" dedi. "açlıktan ölen bir müzik peygamberi" dedim. önce tövbe çekti, sonra küfretti anam. kardeşlerime sordum; kızlar yalandan, erkekler canı gönülden "evet" dediler. galiba erkekler hayale, romantizme daha düşkün oluyor. kız kısmı peşinci, realist! haklı bir şey. bir dostluk delisi, bir garip şair, böyle ehli namus ve eli ayağı düzgün bir hatuncağızla evlendi mi boku yediğinin resmidir.
hiçbir uğraş, hiçbir umut, seni düşünebilmek, seni anlayıp sevmek, yüzüne bakabilmek kadar dolu, anlamlı ve yaşanmaya değer olamaz.
değil evlilik, insan düşüncesinin ulaşabildiği bütün kavramların üstünde, biz hep birbirimizi görecek, duyacağız. dostluğumuzun uzun ömürlü oluşu, bundan.