zygmunt bauman
gözlemciler, insan mutluluğu için önemli şeylerin çoğunun hiçbir fiyatı olmadığını ve mağazalardan satın alınamayacağını söylüyor.
eldeki nakdiniz ve krediniz ne olursa olsun, bir alışveriş merkezinde sevgi ve dostluğu, aile hayatının zevklerini, sevdiklerinizle ilgilenmekten ya da sıkıntıdaki bir komşuya yardım etmekten gelen tatmini, iyi yapılan bir işten elde edilen özsaygıyı, hepimizde ortak olan "zanaatkârlık yeteneğini" tatmin etmeyi, iş arkadaşları ve ilişki kurduğunuz diğer insanların takdir, sempati ve saygısını bulamazsınız. orada kayıtsızlık, küçümseme, tersleme ve aşağılama tehditlerinden azade olamazsınız.
üstelik, yukarıda sayılanlar gibi ticari ve pazarlanabilir olmayan şeyleri elde etmekte kullanılabilecek zaman ve enerjiyi, yalnızca mağazalar yoluyla elde edilebilen bu metalara yetecek kadar para kazanmak için kullanmak ağır bir külfettir. şu epeyce muhtemeldir ki yitirilenler kazanılanları çoğu kez geçer ve mutluluk yaratmak üzere artan gelir kapasitesinin yerini, paranın satın alamayacağı şeylere erişimin azalmasının neden olduğu mutsuzluk alır.
eldeki bir şeyin nicelik olarak artışı hiçbir şekilde başka bir nitelikteki ve değerdeki şeyin yokluğunu tam anlamıyla telafi etmez.
mutluluğu, mutluluk yaratması beklenen meta alışverişiyle özdeşleştirmenin en önemli sonuçlarından biri de, mutluluk arayışının gün gelip duracağı olasılığına şans tanımamaktır.
mutluluk arayışı asla sona ermeyecektir. çünkü arayışın sonu, bizatihi mutluluğun sonu anlamına gelecektir. emniyetli mutluluk durumu erişilebilir olmadığı için, arayışta olanları bir dereceye kadar da olsa mutlu tutabilen tek şey, elden sürekli kayıp giden bu zor hedefin takibidir. mutluluğa giden bu yolda bitiş çizgisi yoktur. görünüşte araçlar amaçlara dönüşür. düşlenen ve gıpta edilen mutluluk durumunun belirsizliği için tek teselli, amaçlanan yolda ilerlemektir. bitkinlikten yere yığılmayıp ya da kırmızı kart görmeyip yarışta kalındığı müddetçe nihai zafer umudu canlı kalır.
etiketin, markanın ve alışveriş merkezinin müşterileri için yapabileceği şey işte budur: kafa karıştırıcı ölçüde dolambaçlı, bubi tuzaklı mutluluk yolunda onlara rehberlik etmek. kişinin doğru yolda olduğunu, hâlâ yarışta bulunduğunu ve umut beslemeye devam edebileceğini onaylayan, herkesçe tanınan ve saygı duyulan bir sertifikayla ortaya çıkarılan bir mutluluktur bu.
doğru etiket veya markayı taşıyan ve doğru mağazadan edinilen şeylere sahip olmak ve bunları herkese sergilemek, esas itibariyle gözettikleri ya da göz diktikleri toplumsal mevkiyi elde etme ve muhafaza etme meselesidir.
toplumsal olarak tanınmadığı, yani, söz konusu kişi doğru "toplum" tipi tarafından (toplumsal mevkideki her kategorinin kendine özgü yasaları ve hakimleri vardır) meşru ve hak sahibi üye olarak -"bizden biri" olarak- onaylanmadığı sürece toplumsal mevkinin hiçbir anlamı yoktur.
alışverişçilerden oluşan bir toplumda ve alışverişten oluşan bir yaşamda, mutlu olma umudunu kaybetmediğimiz müddetçe mutluyuzdur, bu umudun birazı canlı kaldığı müddetçe mutsuzluktan azadeyizdir.
öyleyse mutluluğun anahtarı ve mutsuzluğun ilacı, mutlu olma umudunu canlı tutmaktır.
işler gerçekten sarpa sardığında kurtuluş aramanın bir yeniliği yoktur; insanlar her zaman bunu denemiş ve çeşitli ölçülerde de başarılı olmuştur. gerçekten yeni olan şey, kişinin kendi benliğinden kurtulma ve ısmarlama bir benlik edinme düşüdür.
çoğu çağdaşımız için mutluluk daha ziyade, her ne kadar sabır ve çelik gibi sinirler gerektirse de, "insanın kendi yolunda gitmesi" (henüz tatmin edilmemiş arzularla dürtülen ve hedeften hâlâ belli bir mesafede bulunan insanın düş kurmaya ve bu düşlerin gerçekleşmesi için çabalamaya ve umut beslemeye devam etmeye zorlanması) bir değer olarak kabul edilir ve şüphesiz ki son derece de kıymetli bir değerdir.
bu, muhtemelen seneca'nın tüm kalbiyle onaylayarak aktardığı epiküros'un düşüncesiyle anlatmak istediği şeydir: "eğer yaşamınızı doğaya göre şekillendirirseniz asla fakir olamayacaksınız, eğer insanların görüşlerine göre şekillendirirseniz asla varlıklı olamayacaksınız." ya da "yaygın kabul gören şeyin en iyi olduğunu düşünerek söylentiye boyun eğmemiz ve birçoğumuzun izinden gidebileceği pek çok iyi şey bulunmasından ötürü akıldan ziyade öykünme ilkesiyle yaşamamız kadar başımıza bela getiren başka bir şey yoktur." yorumuyla; "doğal arzular sınırlıdır; yanlış görüşlerden kaynaklanan arzular dur durak bilmez. zira hatanın son durağı yoktur." uyarısıyla; son olarak da "ne kadar çok insanla kaynaşırsak tehlike de o kadar artacağı" için "özellikle kaçınılması gereken en önemli şey" olarak "kitlesel kalabalıkları" seçme kararıyla da anlatmak istediği budur.
"insanın kişiliğine en çok zarar veren şey, bir gösteri izleyerek zaman geçirmektir. çünkü o anlarda, eğlence aracılığıyla, ahlaksızlık büyük bir kolaylıkla gelip içimize yerleşiverir."(seneca) kısacası: kalabalıktan kaçının, kitlesel dinleyici topluluklarından sakının, -felsefeye ve edinip sahip olabileceğiniz bilgeliğe ait olan- kendi düşüncenize kulak verin.
seneca, "insan dünya üzerindeki geçici yolculuğunda kadim tanrı'ya eşittir." der. hatta bir bakıma insan tanrı'dan üstündür: tanrı'nın kendisini korkuya karşı koruyacak doğası vardır. ancak insanı korkudan her ne korursa korusun, insanın bunu kendi aklıyla üretmesi gerekir.
kuşaklar arasındaki değişimi ve özellikle de bu değişim sonucu ortaya çıkan yaşam tarzlarını son derece doğru ve içgörülü bir biçimde analiz eden hanna swida-ziemba, "eski kuşaklar kendilerini gelecek kadar geçmişle de tanımlıyorlardı." diyor. ama yeni kuşaklar için var olan tek şey şimdiki zaman.
sorun, ebediliğin insanlara yasaklanmış olmasıdır ve dolayısıyla hepsi acılar içinde bunun farkında olan ve kaderin bu hükmüne karşı gelmek için pek umut beslemeyen insanlar, trajik hikmetlerini kırılgan ve geçici hazların hayhuyunda bastırmaya ve köreltmeye çalışır. bu, hiç kuşkusuz yanlış bir hesap olduğundan -ki bunun nedeni yanlış hesaba yol açan şeyle aynıdır (yani, trajik hikmet asla kovalanamaz ya da temelli olarak ortadan kaldırılamaz)- insanlar, maddi zenginlikleri ne olursa olsun, kendilerini ebedi tinsel yoksulluğa mahkum eder: yani daimi mutsuzluğa.
"insan kendini mutsuz olduğuna inandırdığı kadar mutsuzdur." (seneca)
insanlar zor durumlarının sınırları içerisinde, mutluluğa giden yolu aramak yerine, yol boyunca bir yerlerde iğrenç ve menfur kaderlerinden kurtulabileceklerini ya da atlatabileceklerini umut ederek yan yollara saparlar -ancak, onları (içtenlikle istenen ama elde edilemeyen) keşif yolculuğuna çıkmak üzere harekete geçiren umarsızlığa varırlar nihayetinde. bu yolculukta insanların yapabileceği tek keşif, kat ettikleri yolun, kendilerini er geç başlangıç çizgisine getirecek olan bir yan yol olduğudur.