uğur mumcu
düş, gerçeğin dostu değildir.
sanat topluma katkıda bulunduğu ölçüde işlevine uygun düşer. ispanya'da devrimciler faşistlerle boğuşurken endülüs'te şarap yudumlayıp "zil, şal ve gül.. bu bahçede raksın bütün hızı.." diye satırlar döktüren şişman şairi neden beğenmiyoruz? kurtuluş savaşının kan ve barut kokularına sırtını çevirip "yarin dudağından getirilmiş bir katre alevdir bu karanfil.." diyen duygusal edebiyatçıyı neden eleştiriyoruz? nedeni belli: toplumun sorunlarına duygu pınarlarından damlalar akıtmamış olanları kendi küçük dünyalarıyla baş başa bırakıyor, onları kendi devrimci ve toplumcu dünyamıza almıyoruz bir türlü.
devrimci eylem ve düşünce, geçmişten geleceğe doğru akıp gelen bir nehir gibidir. bulunduğumuz her nokta içinde yaşadığımız her aşama, bazen küçücük dalgacıklarla, bazen yataklarını aşan sellerle ulaşmıştır bugünlere. bir zamanlar bu nehirlerin yataklarını kazanlar, taşkınlıkları önleyip suları doğal akışına yöneltmek isteyenler, bu suların birikip bir büyük baraja enerji birikimi oluşturduğunda, belki de hiç hatırlanmazlar bile. oysa bir başlangıcın, bir birikimin, bir oluşumun ilk öncüleridir bunlar.
sanat, toplumu değiştirmek için bir araçtır. bu aracı, amaca ve ereğe göre kullananı desteklemek, ona güç katmaktır bizim görevimiz. emekçi halkın yaşamını, hak arama özgürlüğünü, burjuva toplumunun türlü ilişkilerini ortaya koyarak bunların çözüm yollarını göstermektir devrimci aydının işlevi.
kafası ve yüreği açık olmayan insanın solda yeri yoktur. solculuğun tek ölçeği eylemle belirlenir. baskıya boyun eğmeyen, gelen geçen yönetimlere maşalık etmeyen, içinde insanlık onurunu bir değişilmez hazine gibi saklayan insanlardır çağlarına ve toplumlarına yakışanlar. faşizmin utanç duvarlarına karşı birer fedai mangası gibi dövüşenler her toplumda, her dönemde, karanlığa karşı sıkılmış bir yumruk gibi uzanıp geliverdiler bugüne kadar. açılan yumrukların içinden özgürlük güvercinleri uçtu havaya.