vedat türkali
"insanlarda en ağır yasa, ölüme karşı yaşamalarıdır." (paul eluard)
bir devrimci ölmeden, yani son sözünü söyleyip de kavgadan çekilmeden yargıya varılmaz. gerçek devrimci midir, değil midir bir şey denemez. en son anda sapıtıp bütün geçmişini yıkanlar çok görülmüştür. devrimcilikte emeklilik hakkı yoktur. gerçek devrimci, yolunu hiç sapıtmadan bitirendir.
bu aşağılık toplum öylesine yamru yumru ediyor ki insanları.. insan sevgisi çamura batmış. nasıl arınacak? öylesine pis ki her şey..
tefeci-bezirgan, finans-kapital saltanatı öylesine bir baskı yarattı ki ülkede, emekçi sınıfları, işsizlik, yoksulluklarıyla bile yolunu bulamıyor bir türlü. bu gerçek. bizim sınıfa dayanma çabamızın teori planından pek öteye gidemeyişi de bu yüzden. burada iki yol çıkar karşımıza. ya sorunu böyle koyup işi pratiğe geçirmenin umudu, uğraşıyla güçleniriz ya da bir çöküntüye kaptırırız kendimizi. yapacağımız seçim kişiliğimizi belirler.
düzen, yıkıntısını geciktirmek için en bireyci, en bencil yanımıza itiyor bizi. cinsel tutkularımızı abartıp duruyor. dergisi, radyosu, sineması.. şeytana dayanmak zor bu çağda! tanrı gençlerin yardımcısı olsun! poligam yaratıklarız aslında. monogamlık zorlama. inanç işi. kimileri aldırmıyor. kimileri de çok önemsiyor aldatılmayı.
ülkemizin dramı burada yatıyor bence. bizim tefeci-bezirgan finans-kapital toplumu burjuvazinin özgür girişimi; ilerici, özgürlükçü aşamasını tatmadı. batılı aydının geçmişinde, burjuvazinin, batı burjuvazisinin ilerici çağının büyükleri yatıyor. bacon var, descartes var, montaigne, rabelais, diderot var o düşüncenin temelinde. bizde kapitalizm en gerici yanıyla, tekelci biçimde, finans-kapitalizmi olarak geldi çöktü yedi bin yıllık babil artığı tefeci-bezirgan toplumumuza. kırım harbi'nden bu yana, örtülü ya da açıkça para babalarının elindedir kapılar. kapayıverirler. aydın işsizlik korkusunda, açlık korkusunda, can korkusunda. öylesine büyümüş ki bu korku; nedeni, türü, nereden, nasıl çıktığı da unutulmuş da salt korku kalmış. put olmuş korku, beyinleri sınırlıyor. kocaman bir karanlık. umutsuz..
hele devletçiliğimizden sonra.. batı kafasında önceden kazanılmış şeyler var, kolay geri alamıyor burjuvazi. o özgürlük masalının batılı aydına nasıl ayak bağı olduğunu biliyorum. en sıkı zamanda burjuvazinin yanına kayıverir. özgürlükle kapitalizmi birbirinden ayıramaz bir türlü. bu da onların dramı diyelim. bizim karanlığımız daha umut kırıcıdır yine de. aydın için umut kırıcı hiç değilse. korku dağları bekler diyor. ne dağları? bütün ülkeyi korku bekliyor, üç tane karakol değil.
bizde aydınlar böyledir; korkarlar, karşı düşüncede gibi görünürler. söz gelimi peyami safa bal gibi komünisttir, korkusundan tam karşıtı görünür. susarlar. çünkü bir tek özelliği vardır bizim aydınımızın, ortak yanı tümünün: korkar. korku tek sığınağı özgür aydınımızın. doğruları anlamaya başlayan bir yürekli çıksa da dayanamaz uzun boylu; politikacı, sanatçı, yazar, nice ünlü kişi aramızdan kaçıp gitmiştir karşı yana. geçmişindeki bu olay da, ya örtbas edilen bir yüzkarası, ya da acı tatlı anımsanan bir gençlik günahıdır. uzaktan gizli gizli kaş göz eder bize kimisi de. tavşanın kaçışını gördüm, etinden iğrendim, diyor halk.
namık kemal'den alın, en parlağıdır o, onunla başlatılır hep özgürlük uğruna yiğitlik, son güne kadar gelin; yarayı kökünden temizleyecek düşünce gösterin bana. düşünce, eylem, ne varsa, düzenin egemen güçlerinin açık, örtülü izniyle, onayı ile en azından göz yumması ile çıkmıştır ortaya. ufak tefek düzeltmelerle düzen sürdürülmüştür. burada biter bizim yiğitliğimiz. düzeni kökünden değiştirmek bilincine varanlara da kan kusturulmuştur.
biliyor musunuz? daha osmanlı'da basına uygulanan ilk sansürün yasakları arasındadır sosyalist, grev sözcükleri. aydın kalabalığımız herkesten çok kızgındır bu bilince varanlara. çıkmayagörsün böyle biri, ilk onlar saldırır: "vurun!.. koman!.. yaşatman!.. tiz boğun!.." tam osmanlı işi. dudak büker hiç değilse.. doğruluğuna inanmadıklarından mı? değil. yasaklanmış doğrulardır da onun için. korkularından. aşağılık kompleksi bir tür.
eskilerde canına kıyan materyalist beşir fuat'tan beri, vebalı gibi yanından kaçılmıştır hep en doğruyu, en ileriyi görenlerin, savunanların. aslında bitmeyen bir faşizm var ülkede. nasıl tanımlıyoruz faşizmi: "finans-kapitalin en geri, en şoven ögelerinin açık terörist diktatörlüğü." sürüp gider kendine özgü bir faşizm bizim toplum yapımızda. bazı açık, bazı örtülü biçimde. ülkede bu korku duvarını önce aydının aşması gerek. alın size bir kısır döngü. aydın, halka, yığına dayansa kalmayacak korkusu, güçlü bulacak kendini. orada da yolunu kesen bir başka mutsuzluk var. çok eskilerden, tarihten gelen. on üçüncü yüzyıldan sonra halkından kopmuş türk aydını. işin acı yanı, ileri aydın da kopuk bugün halktan. yalnız devlet yasakları, düzenin baskısı ayırmıyor bizi halkımızdan, yapımızla da ayrıyız; duygumuzla, düşüncemizle, inançlarımızla, belki en önemlisi de dilimizle ayrıyız. 700 yıldır ayrıyız.
ülkücü, eylemci, halkçı aydının en yüce örneğini vermiş türk halkı. türkmen hocasını, yunus emre'yi çıkarmış. en soyut kavramları, düşünceyi nasıl iletmiş halka!.. ne inançtır, ne güvençtir o, halkın diline, anlama, kavrama yeteneğine!.. bugün, yüzlerce yıl sonra, onun bıraktığı, başlattığı yerden yola çıkacağız yeniden. arada tükenip giden yüzlerce yılı düşünün.
öyle bir balçık sıvanmış ki devrimci bile küçücük bir adımı çeyrek yüzyılda atıyor ancak. osmanlı saray kurmuş, arapçalı, farsçalı, ayrıcalıklı. ilkel toplumsal yaşantı ile islamlığı uyuşturan yığınlardan, asya'dan kopup gelen türk halk yığınlarından kısa bir sürede kopmuş osmanlı. dirlik düzeni bozulmaya başlayınca, tefeci-bezirgan toplumunun osmanlı aydını öylesine yabancılaşmış bu yığına ki, düşman bellemiş yüzyıllar boyu. sömürmüşler, kırmışlar bu yığını. sürekli başkaldırmış o da. ezmişler, ezilmemiş; kesmişler, tükenmemiş. ayrı bir dünyada yürütmüş yaşantısını. küsmüş, kapalı.. yunus'un yolunu sürdürmüş. kaygusuz, pir sultan, adı sanı unutulmuş yüzlercesi.. ahilik. fütüvvet örgütlerini, babai ayaklanmalarını, alevi, sünni kışkırtmalarını biraz inceleyin; çalışan, savaşan, direnen, yine de sürekli sömürülen, kırdırılan bu halktır. türk halkıdır. aydın nerede? osmanlı sarayında, yöresinde.
bir gereksinmenin zorunlu kıldığı mimarlık yapıtlarını çıkarın; bilim, düşünce, sanat, edebiyat, dil olarak yararlı ne kalmıştır bu altı-yedi yüzyıllık osmanlı aydınından? bugün baki, nefi, naili mi yakındır bize? yunus, pir sultan, karacaoğlan mı? hangisinde bütünleşiriz halkımızla? birincileri bugün aydınımız da anlamıyor. en ateşli savunucuları bile nereye koyacaklarını bilmiyorlar bunları. ölmüş.. halkla yaşamamış ki. hangisinden güç alırız? bir düzyazımız yoksa, osmanlı'dan yoktur. aşıkpaşazade, mercimek ahmet, osmanlı'nın başlarındadır ancak. sonra?.. çürümüşüz osmanlı'ya baktıkça. osmanlı'da sınıf yok ha?.. hele dirlik düzenini yıkan kesim düzeninde! söyleyenler inanıyor mu buna? kapış kapış bir sömürü, yağma, zulüm düzeninde, bırakın tarihsel, ekonomik incelemeleri, sınıf olmasa, halka böylesine -duvar çekilir gibi- bir yabancılaşma olur mu?
bunların birçoğunu bir zamanlar okul kitapları da yazardı cumhuriyet'in ilk yıllarında. osmanlı'ya karşıydı ankara'ya yerleşmiş mustafa kemalciler. ulusçuluk adına söyledikleri buna benzer şeylerdi. peki onlar ne yaptılar? kaldırabildiler mi bu yabancılaşmayı? daha da artırdılar. batı'ya, doğrusunu söyleyelim şunun, batı kapitalizminin geliştirdiği toplumlara özenen, o ekine, o ürüne, o yaşama bağlı, vurgun atatürkçü aydınımızla halk arasında osmanlı'dakinden daha büyük uçurum var şimdi. bir de iyice ortaya dökülen yaşantı biçimi, kadın-erkek ilişkilerindeki zıtlık, ahlak sorunu, din sorunu bindirdi.
devrimler yaptı atatürkçü aydınlarımız!.. bir tek devrim, temelde devrim, gerçek devrim yapabilseydi ya, halkla el ele verip. halkı ekonomik özgürlüğüne kavuşturacak devrim. değişmeyen tefeci-bezirgan, finans-kapital düzeninde çiğnenen, ezilen, sömürülen halkın, şapka giymeye, latin harfini kullanmaya, kızını okula göndermeye, karısını çarşafsız gezdirmeye zorlanması, bunları savunan aydınla halkı kanlı bıçaklı etmekten başka ne sonuç verdi? öyle bir tefeci-bezirgan, finans-kapital oyunu ki kötü şeyler diyemiyoruz bunlara işin kötüsü!..
demokratlar on yıldır bu oyunun ürününü devşiriyor. köksüz, temelsiz ülkede aydınlar; kendi kendilerine.. düzene başkaldıran ormana kaçar sıkıştı mı; saklanmak, güçlenmek için. orman halktır burada. kaçacak, sığınacak ormanı yok bizim aydının. tefeci-bezirgan, finans-kapital kılıcının gölgesinde yaşamak zorunda. abdülhamit devrindeki jurnalci aydınları düşünün. kimler satılmamış ki? biliyorsunuz, ittihatçılar beyazıt alanı'nda yaktılar jurnalleri. kimsenin kimseye bakacak yüzü kalmamıştı besbelli.
bir devrimci ölmeden, yani son sözünü söyleyip de kavgadan çekilmeden yargıya varılmaz. gerçek devrimci midir, değil midir bir şey denemez. en son anda sapıtıp bütün geçmişini yıkanlar çok görülmüştür. devrimcilikte emeklilik hakkı yoktur. gerçek devrimci, yolunu hiç sapıtmadan bitirendir.