jared diamond
yakın çağlardaki en büyük nüfus hareketi, avrupalıların yeni dünyaya göçlerinden sonra amerika'nın yerli (kızılderili) topluluklarının çoğunun esir alınması, sayıca azalması ya da büsbütün ortadan kalkması sonucu meydana geldi.
yeni dünya'ya ilk insanlar alaska, bering boğazı ve sibirya üzerinden mö 11.000 yılı dolaylarında ya da bu tarihten önce gelip yerleşmişti. amerika kıtalarında, bu kuzey giriş kapısının çok güneylerinde yavaş yavaş karmaşık tarım toplulukları ortaya çıktı. bunlar eski dünya'da ortaya çıkan karmaşık toplumlardan tam anlamıyla yalıtılmış olarak geliştiler.
asya'dan ilk gelen insanların buraya yerleşmesinden sonra yeni dünya ile asya arasında resmen kanıtlanmış ilişkiler bering boğazı'nın iki yakasında yaşayan, avcılıkla ve yiyecek toplamakla geçinen toplumlar arasında oldu; bir de polinezya'ya ilk kez güney amerika'dan götürülen tatlı patates de herhalde oraya okyanus aşırı bir yolculuk yaparak gitmişti.
yeni dünya'daki insanların avrupa ile ilişkilerine gelince, ilk ilişkiler ms 986 ile 1500 yılları arasında grönland'ı istila eden çok az sayıdaki iskandinavla sınırlı kaldı. ama iskandinavların ziyaretlerinin amerika'nın yerli toplumları üzerinde fark edilir bir etkisi olmadı. onun yerine, gerçekte, ilerlemiş eski dünya ile yeni dünya toplumları arasındaki çatışmalar birdenbire, ms 1492'de kristof kolomb'un, amerikan yerlilerinin yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olduğu karayip adalarını "keşfiyle'' başladı.
daha sonra avrupa ile amerikan yerlileri arasındaki ilişkilerin en dokunaklısı, 16 kasım 1532'de peru'nun bir dağ kasabası olan cajamarca'da inka imparatoru atahualpa ile ispanyol fatih francisco pizarro arasındaki ilk karşılaşmaydı.
atahualpa yeni dünya'nın en büyük, en ileri devletinin mutlak hükümdarıydı, pizarro ise avrupa'daki en güçlü devletin hükümdarı, kutsal roma imparatoru v. karl'ı (ispanya kralı i. carlos olarak da bilinir) temsil ediyordu. 168 ispanyol askerinden oluşan bir ayaktakımı güruhuna kumanda eden pizarro bilmediği yabancı topraklardaydı, oranın yerli halkını hiç tanımıyordu, en yakındaki (panama'nın kuzeyinde, 1500 kilometre kadar ötedeki) ispanyollarla bağlantısı tamamıyla kopmuştu, kendisine destek olacak güçlerin zamanında yetişmesine olanak yoktu.
atahualpa egemenliği altındaki milyonlarca insanla kendi imparatorluğunun tam ortasında oturuyordu. 80.000 kişilik ordusunun koruması altındaydı ve diğer yerlilerle yaptığı bir savaşı daha yeni kazanmıştı. bütün bunlara karşın iki önder birbirleriyle karşı karşıya geldikten birkaç dakika sonra pizarro, atahualpa'yı esir aldı. pizarro savaş esirini sekiz ay elinde tuttu ve onu serbest bırakma sözü karşılığında tarihin en büyük fidyesini topladı. fidyeyi -5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2,5 metre yüksekliğindeki bir odayı dolduracak kadar altını- topladıktan sonra sözünü tutmadı ve atahualpa'yı öldürdü.
atahualpa'nın esir alınışı avrupalıların inka imparatorluğu'nu ele geçirmelerinde belirleyici bir rol oynadı. ispanyollar silah üstünlükleri sayesinde eninde sonunda nasıl olsa savaşı kazanacaklardı ama hükümdarın esir alınışı bu zaferi hem hızlandırdı hem de son derece kolaylaştırdı.inkalar atahualpa'ya güneş tanrısı olarak tapıyorlar, her dediğini yapıyor hatta esirken verdiği emirleri bile yerine getiriyorlardı. atahualpa'nın ölümüne kadar geçen aylar içinde pizarro inka imparatorluğu'nun öteki bölgelerine hiçbir saldırıya uğramadan dolaşabilen keşif grupları gönderecek ve panama'dan destek güç çağırtacak zaman buldu. atahualpa'nın ölümünden sonra ispanyollarla inkalar arasında gerçekten savaş başladığında ispanyol güçleri daha amansızdı.
o gün cajamarca'da olup bitenler iyi biliniyor; çünkü orada bulunan ispanyolların çoğu olayı yazılı olarak kayda geçirmişti. o olayların havasına biraz girebilmek için, pizarro'nun iki erkek kardeşi, hernando ile pedro'nunkiler de içinde olmak üzere görgü tanığı altı kişinin yazdıklarını bir araya getirerek olayı yeniden yaşayalım:
"doğuştan kralımız ve hükümdarımız, roma katolik imparatorluğu'nun en korkusuz imparatorunun tebaası olan biz ispanyolların basireti, metaneti, askeri disiplini, zorlu mücadeleleri, tehlikelerle dolu deniz yolculukları ve çarpışmaları, inananların saadeti, inanmayanların kabusu olacaktır. bu sebepten, rabbimiz yüce tanrımızı övmek ve katolik imparatorluğu'nun majesteleri'ne hizmette bulunmak için bu hikayeyi kaleme alıp majesteleri'ne göndermenin münasip olacağını düşündüm ki böylece herkes burada anlatılanlardan haberdar olsun. tanrı'ya bu bir övgüdür; çünkü onlar yüce tanrı'nın inayetiyle çok sayıda inanmayana kutsal katolik inancını kabul ettirmiştir. bu, imparatorumuza da bir övgüdür; çünkü onun büyük gücü ve iyi talihi sayesinde bu olaylar onun zamanında olmuştur. inananlar böyle savaşlar kazanıldığı, böyle yerler keşfedilip fethedildiği, krala ve kendilerine böyle servetler kazandırıldığı için bahtiyar olacaklardır; ayrıca inanmayanların yüreklerine böyle korkular salındığı, bütün dünyada böylesine hayranlık uyandırıldığı için de."
"çünkü, gerek eski zamanlarda olsun gerek yeni zamanlarda, bambaşka bir diyarda, bunca deniz aşırı bir yerde, karadan onca uzaklıkta, sayıları bu kadar fazla insana karşı bir avuç insanın böyle bir kahramanlık gösterdiği, görünmez ve bilinmez olana boyun eğdirdiği ne zaman görülmüştür? ispanya'nın bu başarılarıyla boy ölçüşecek başka bir başarı var mıdır? grup olarak sayıları iki yüzü, üç yüzü geçmeyen, bazen yüze ve yüzün altına düşen ispanyollar şimdiye kadar bilinen toprakların hepsinden daha fazlasını ya da inançlı inançsız bütün prenslerin sahip oldukları topraklardan fazlasını bugün fethetmiş durumdalar. şimdi size bu fetihte neler olduğunu yazacağım, başınızı ağrıtmamak için fazla uzatmayacağım."
"vali pizarro, cajamarcalı yerlilerden bilgi almak istedi, bu yüzden de onlara işkence yaptırdı. yerliler, atahualpa'nın valiyi cajamarca'da beklediğini duyduklarını itiraf ettiler. bunun üzerine vali bize hareket emri verdi. cajamarca'nın giriş kapısına geldiğimizde 5 kilometre ötede, dağların eteğinde atahualpa'nın ordugahını gördük. yerlilerin ordugahı çok güzel bir şehre benziyordu. öyle çok çadır vardı ki hepimizin yüreğini büyük bir korku kapladı. o güne kadar böyle bir şey görmemiştik. biz ispanyollar korku ve şaşkınlık içindeydik. ama korkumuzu belli edemez ya da geri dönemezdik; çünkü yerliler bizde bir zayıflık sezseler, kılavuz olarak yanımızda getirdiğimiz yerliler bile bizi öldürürdü. bu yüzden sanki hiç korkmamış gibi yaptık, kasabayı ve çadırları iyice inceledikten sonra vadiye inip cajamarca'ya girdik."
"ne yapalım diye aramızda uzun uzun konuştuk. hepimiz çok korkuyorduk çünkü sayımız çok azdı ve onların topraklarının öylesine içlerine kadar sokulmuştuk ki bize takviye gönderilmesine olanak yoktu. ertesi gün ne yapmamız gerektiğini tartışmak için hepimiz valiyle kafa kafaya verdik. o gece pek azımız uyudu, cajamarca meydanında nöbet tuttuk, yerli ordusunun kamp ateşlerini gözledik. kamp ateşlerinin çoğu bir tepenin yamacındaydı ve birbirlerine o kadar yakındılar ki yamaç parlak yıldızlarla beneklenmiş göğü andırıyordu. o gece yüksek ile alçak rütbeliler arasında olsun, piyade ile süvari arasında olsun, hiç ayrım yoktu. herkes tam anlamıyla silahlanmış olarak nöbet tuttu. sevgili valimiz de tuttu ve sürekli adamlarını yüreklendirdi. valinin kardeşi hernando pizarro orada bulunan yerli askerlerin sayısını 40.000 olarak hesapladı ama bizi korkutmamak için yalan söylemişti; çünkü 80.000'den fazla asker vardı."
"ertesi sabah atahualpa'dan bir haberci geldi, vali ona, 'hükümdarınıza söyle,' dedi, 'buraya ne zaman isterse, nasıl, ne şekilde isterse gelsin, onu bir dost ve kardeş olarak karşılayacağım. çabuk gelmesi için dua ediyorum; çünkü onu görmek istiyorum. hiçbir zarar ya da hakarete uğramayacak.'"
"vali, birliklerini cajamarca alanının çevresine gizledi, süvarileri ikiye ayırdı, birinin başına kardeşi hernando pizarro geçti, ötekinin başına hernando de soto. aynı şekilde piyadeleri de böldü, birinin başına kendisi geçti, ötekinin başına kardeşi juan pizarro. öte yandan pedro de candia'ya yanına iki ya da üç piyade alıp borazanlarla birlikte meydandaki küçük bir kaleye gitmelerini ve küçük bir topla birlikte oraya mevzilenmelerini söyledi. atahualpa ile birlikte bütün yerliler kasaba meydanına geldiği zaman vali, candia'ya ve adamlarına bir işaret verecek, bu işaret üzerine onlar topu ateşleyeceklerdi ve borular çalınacaktı, borular çalınmaya başlayınca süvariler mevzilendikleri büyük avludan dışarı fırlayacaklardı."
"öğleüzeri atahualpa adamlarını toplayıp yaklaşmaya başladı. kısa zamanda bütün ovanın yerlilerle dolduğunu gördük. düzenli aralıklarla duruyor, arkalarındaki kamptan sökün eden yerlileri bekliyorlardı. ayrı müfrezeler halinde öğle sonrasına kadar akın akın geldiler. en öndeki müfrezeler artık bizim kampımıza yaklaşmıştı, yerli ordugahından oluk oluk akan insanların arkası kesilmemişti. önden giden 2000 yerli atahualpa'nın geçeceği yolu temizliyor, arkasından da savaşçılar geliyordu, kalkanlarıyla birlikte savaşçıların yarısı bir yanında, yarısı öteki yanında yürüyordu."
"önce satranç tahtası gibi farklı renkte giysiler giymiş yerlilerden oluşan bölük geldi. bölük ilerledi, yerdeki kuru otları toplayıp yolu süpürdüler. daha sonra farklı giysiler giymiş üç bölük geldi, dans edip şarkı söylüyorlardı. daha sonra zırhlı birkaç adam geldi, büyük metal levhaları, altın ve gümüş taçları vardı. üstlerinde taşıdıkları altın ve gümüşün miktarı öylesine fazlaydı ki güneşte nasıl parladıklarını görmek şaşılacak bir şeydi. bunların arasında, çubuklarının uçları gümüş kaplı zarif bir tahtırevanın içinde atahualpa vardı. sekiz tane adam onu omuzlarında taşıyordu, koyu mavi üniformalar giymişlerdi. atahualpa'nın kendisinin kılığı da çok gösterişliydi, başında tacı, boynunda koca koca zümrütlerden bir gerdanlık vardı. tahtırevanının içinde çok süslü bir minderi olan küçük bir taburenin üzerinde oturuyordu. tahtırevanına çok renkli papağan tüyleri dizilmiş, her yanı altın ve gümüş kaplamalarla süslenmişti."
"atahualpa'nın arkasından iki tahtırevan ile birlikte iki hamak daha geldi, bunların içinde yüksek rütbeli reisler oturuyordu, onların da arkasından altın ve gümüş taçlar takmış çeşitli bölükler göründü. bu yerli bölükleri ihtişamlı şarkıların eşliğinde meydana dolmaya başladılar, doldular doldular, meydanda hiç boş yer kalmadı. bu arada biz ispanyollar bir avluya saklanmış, hazırda bekliyorduk, korku içindeydik. pek çoğumuz hiç fark etmeden altına kaçırmıştı. atahualpa meydana ulaştığında omuzlar üzerindeki tahtırevanından inmedi, birlikleri onun arkasında saf tutmaya devam etti."
"vali pizarro rahip vicente de valverde'yi atahualpa ile konuşmaya gönderdi, onu tanrı adına ve ispanya kralı adına hazreti isa'mızın yasasına uymaya ve majesteleri ispanya kralının hizmetine girmeye davet etmesini söyledi. rahip bir elinde haç, bir elinde kitabı mukaddes ile yerli birliklerinin arasından ilerleyerek atahualpa'nın bulunduğu yere geldi ve şöyle dedi: 'ben tanrı'nın bir rahibiyim ve hristiyanlara tanrı'nın işlerini öğretirim, bunları aynı şekilde size de öğretmeye geliyorum. öğrettiğim şeyler bu kitap'ta tanrı'nın bize söylediği şeylerdir. bu yüzden tanrı ve hristiyanlar adına sizden rica ediyorum, onların dostu olun, çünkü tanrı'nın isteği budur, bu sizin de iyiliğinizedir."
"atahualpa bakmak üzere kitap'ı istedi, rahip de kapalı olarak kitap'ı ona verdi. atahualpa kitap'ı nasıl açacağını bilmiyordu, rahip açmak üzere kolunu uzatıyordu ki atahualpa büyük bir öfkeyle koluna vurdu, kitabın açılmasını istemiyordu. daha sonra kitabı kendisi açtı, harflere, kağıda hiç şaşırmadı ve beş-altı adım öteye fırlatıp attı, yüzü kıpkırmızı kesilmişti."
"rahip, pizarro'nun yanına koştu, 'koşun, koşun, hristiyanlar!' diye bağırıyordu. 'tanrı'nın işlerini kabul etmeyen bu düşman köpeklere haddini bildirin. o zorba benim kutsal yasa kitabımı yere attı! ne oldu görmediniz mi? ova yerlilerle doluyken azametinden yanına yaklaşılmayan bu köpeğe neden insan gibi davranalım, aşağıdan alalım? yürüyün üzerine, size ben izin veriyorum!"
"bunun üzerine vali, candia'ya işaret etti, onlar ateşe başladılar. aynı zamanda borular çaldı, zırhlı ispanyol birlikleri, hem süvariler, hem piyadeler saklandıkları yerlerden dışarı fırlayıp meydana doluşmuş olan silahsız yerlilerin üzerine saldırdılar, ispanyol savaş narasını atarak 'santiago!' diye bağırıyorlardı. yerlileri korkutmak için atlarımıza çıngırak takmıştık. silahların gümbürtüsü, boruların şamatası, çıngırakların çıngırtısı birleşince yerliler neye uğradıklarını şaşırdılar. ispanyollar onların üzerine çullanıp onları doğramaya başladılar. yerliler öylesine korkmuşlardı ki birbirlerinin üzerine tırmanıp yumak oldular, birbirlerini havasız bırakıp boğdular. onlar silahsız oldukları için onlara saldıran hiçbir hristiyana bir şey olmadı. süvariler onları atlarıyla çiğneyerek öldürdü, yaraladı, kaçanları kovaladı. piyadeler geriye kalanların üzerine öyle bir saldırmıştı ki kısa bir sürede hepsi kılıçtan geçirildi."
"valinin kendisi de kılıcını ve kamasını alarak yanındaki ispanyollarla birlikte yerlilerin arasına daldı ve büyük bir cesaretle atahualpa'nın tahtırevanının yanına kadar gitti. atahualpa'nın sol kolunu korkusuzca yakalayıp, 'santiago!' diye bağırdı ama atahualpa'yı tahtırevanından aşağı indiremedi; çünkü onu çok yüksekte tutuyorlardı. tahtırevanı taşıyan yerlileri öldürmemize karşın ölenlerin yerini hemen başkaları alıyor onu havada tutmaya devam ediyorlardı, böylece yerlileri alt edip öldürmek uzun zamanımızı aldı. sonunda yedi ya da sekiz süvari atlarını mahmuzladı, tahtırevana yan taraftan saldırıp büyük bir çabayla öteki tarafa devirdiler. böylece atahualpa'yı esir aldık ve vali onu kendi kaldığı yere götürdü. tahtırevanı taşıyan yerliler ile atahualpa'ya refakat edenler onu asla terk etmediler: hepsi onun yanında öldü."
"meydanda kalan ve -şimdiye kadar hiç görmedikleri- ateşli silahlar ile atlardan ödü kopmuş olan yerliler bir duvar uzantısını yıkıp duvarın dışındaki ovaya kaçarak kurtulmaya çalıştılar. bizim süvariler yıkık duvarın üstünden atlayıp atlarını ovaya sürdüler. 'şu süslü kılıklı adamları kovalayın! elinizden kimse kurtulmasın! mızraklayın hepsini!' diye bağırıyorlardı. atahualpa'nın yanında getirdiği bütün öteki yerli askerler cajamarca'dan bir-iki kilometre ötede, savaşmaya hazır halde bekliyorlardı ama bir teki bile yerinden kımıldayamadı, bütün bunlar olurken tek bir yerli tek bir ispanyol'a silahla saldırmadı. kasabanın dışındaki ovada bekleyen yerlilerin çoğu, öteki yerlilerin bağırarak kaçıştığını görünce, korkuya kapılıp kaçtı. görülecek şeydi doğrusu, 20 ya da 30 kilometrelik bir vadiyi doldurmuş olan yerlilerin hali. karanlık basmıştı ve bizim süvariler tarlalarda yerlileri mızraklayıp duruyorlardı, o sırada bizi kamp yerinde toplantıya çağıran boru sesini duyduk."
"gece olmamış olsaydı 40.000 kişilik yerli birliklerinden pek az kişi sağ kalacaktı. altı ya da yedi bin yerli ölüsü yerde yatıyordu, pek çoğunun kolu kopmuştu, pek çoğu başka türlü yaralanmıştı. atahualpa'nın kendisi bu savaşta 7000 adamını öldürdüğümüzü kabul etti. tahtırevanların birinde öldürülen adam onun çok sevdiği devlet adamlarından biri, chincha hükümdarıydı. atahualpa'nın tahtırevanını taşıyan adamların hepsi anlaşılan onun önemli reisleri ve encümen üyeleriydi. onların hepsi öldü, öteki tahtırevan ve hamaklardakiler de öldü. cajamarca hükümdarı da öldü, ötekiler de öldü ama o kadar fazlaydı ki saymaya olanak yoktu; çünkü atahualpaya refakat etmeye gelenlerin hepsi önemli hükümdarlardı. böylesine güçlü bir orduyla gelmiş bu kadar güçlü bir hükümdarın bu kadar kısa bir zamanda esir alındığını görmek olacak şey değildi. gerçekten de kendi asker gücümüzle başarmamıştık bunu çünkü sayımız çok azdı. bunu yüce tanrı'nın inayeti sayesinde başardık."
"ispanyollar atahualpa'yı tahtırevanından çekip indirirken elbiseleri yırtılmıştı. vali ona yeni giysiler getirmelerini buyurdu, atahualpa giyindiği zaman vali onu yanına oturttu ve yüksek mevkiinden bu kadar çabuk alaşağı edilmiş olmasına duyduğu öfkeyi ve heyecanını yatıştırdı. vali atahualpa'ya şöyle dedi:
'yenildiğin ve esir düştüğün için üzülüp içerleme; çünkü sayıları az olmasına karşın şu benim yanımdaki hristiyanlarla ben seninkinden çok daha büyük krallıkları fethettim, senden çok daha güçlü hükümdarları yenilgiye uğrattım, hizmetinde olduğum imparatorumuz dünya hakimi ispanya kralı'nın kulu yaptım onları. biz onun talimatı üzerine burayı fethetmeye geldik, geldik ki herkes tanrı'yı ve ve onun kutsal katolik inancını bilip tanısın; böyle hayırlı bir görevle geldiğimiz için yerlerin ve göklerin ve başka her şeyin yaratıcısı olan tanrı bize bunu nasip etti, etti ki böylece sen de o'nu tanıyasın, bu yaşadığın hayvanca ve şeytani hayatı bırakasın diye. işte bu yüzden biz sayıca çok az olmamıza karşın koca orduları yendik. şimdiye kadarki hayatının ne kadar hatalı olduğunu gördüğün zaman majesteleri ispanya kralı'nın emriyle senin ülkene gelerek sana ne büyük bir iyilikte bulunduğumuzu anlayacaksın. tanrımız senin kibrini kırmamıza müsaade etti, hiçbir yerlinin tek bir hristiyana zarar vermesine müsaade etmedi.'"