victor hugo
çokluğun efendi edinmek gibi bir eğilimi vardır. çokluğun kitlesi, bir kayıtsızlık tortusu peyda eder. halk kalabalığı, itaat etmeyi kolayca benimser. insanlara kurtuluşlarının yararlarını göstererek onları yerlerinden kımıldatmak, onları itmek, tartaklamak, hakikati onların gözlerine sokmak, onların suratına acımasızca avuç avuç ışık fırlatmak lazımdır. insanları biraz da kendi kurtuluşlarının yıldırımıyla çarpmak gerekir. bu ışık çarpması onları uykularından uyandırır.
bazı içten yıkılışlar vardır. ümit kırıcı bir kesinliğin insanın içine işlemesi, insanın bizzat kendisi demek olan bazı derin unsurları ayırır ve parçalar. ıstırap bu kerteye vardığında, vicdanın bütün güçleri kendi canlarını kurtarma telaşına düşerler. ölümcül krizlerdir bunlar. pek azımız bu gibi krizlerden hiç değişmeden ve vazifesine sadakatle bağlı olarak çıkabilir. ıstırabın sınırı aşıldı mı en sarsılmaz erdem bile pusulayı şaşırır.
hiç kimse yoktur ki kendi içinde bir şeyi fark etmemiş olsun. ruhun, en çalkantılı hallerinde bile, soğukkanlılıkla muhakeme yürütmek gibi bir kabiliyeti vardır. onun aynı anda birçok yerde birden bulunabilmesi nedeniyle karmaşıklaşan birliğinin harikuladeliği buradan gelir. bazen öyle olur ki, hüsrana uğrayan tutku ve derin umutsuzluk, en karanlık monologlarının son çırpınışları içinde bile bazı konuları işler, bazı tezleri tartışırlar. kargaşaya mantık karışır ve muhakemenin ipi hiç kopmadan düşüncenin ölümcül fırtınası içinde dalgalanır durur.
insan yüreği öylesine heyecana hazırdır ve insan hayatı öylesine bir bilmecedir ki, siyasal bir cinayette bile, kurtarıcı bir cinayette bile -böyle bir cinayet varsa tabii- bir insanı vurmuş olmanın yol açtığı vicdan azabı, insanlığa hizmet etmiş olmanın sevincini bastırır.
içinde yaşadığımız eksiklik çağı. uzaktaki ütopya, bütün sorumluluk kendine ait olmak üzere, ayaklanma şekline girer ve felsefi itirazlar silahlı itiraza dönüşür. minerva iken pallas olur. sabırsızlanan, ayaklanmaya dönüşen ütopya, kendisini neyin beklediğini iyi bilir. hemen daima çok erken gelir. o zaman zafere ulaşacağı yerde, felakete büyük bir metanetle katlanır ve onu kabul eder. kendisini inkar edenlere, hiç şikayet etmeden; hatta onları suçsuz göstererek hizmet eder. onun gönül yüceliği, yüzüstü bırakılmaya razı olmaktır. engele karşı yamandır; ama nankörlük karşısında yumuşaktır. peki, bu nankörlük müdür? insanlık açısından evet. birey açısından hayır.
insanlığın varoluş biçimidir ilerleme, varoluş kalıbıdır. insanoğlunun genel hayatının adı ilerlemedir. ilerleme yürür; göksel ve tanrısal olana doğru çıkılan insansal ve dünyasal geziyi, o büyük yolculuğu gerçekleştirir. geciken sürüleri toplamak için durakları vardır. ansızın ufkunu açan parlak bir kenan ili karşısında düşünceye daldığı duraklamalardır bunlar. uyuduğu geceler vardır. bu uyuyan ilerleyişi uyandırmadan insan ruhunun üzerindeki gölgeyi görmek, karanlıkları el yordamıyla yoklamak, düşünürün en iç sızlatıcı kaygılarından biridir.
ilerlemeyi tanrı'yla karıştıran ve hareketin kesintiye uğramasını yaratan'ın ölümü sanan gerard de nerval, bu satırların yazarına, "tanrı belki de ölmüştür!" demişti günün birinde. umutsuzluğa kapılan haksızdır. ilerleme kaçınılmaz olarak uyanır. ve uyurken bile yürümüş olduğu söylenebilir; çünkü büyümüştür. onu ayakta görünce anlaşılır boy atmış olduğu. daima sakin olmak, ırmak gibi ilerlemenin de elinde değildir; ona set çekmeyin, kayalara fırlatmayın onu. engel, suyun köpüklenmesine, insanlığın galeyana gelmesine yol açar. bulanmalar, karışıklıklar bundan kaynaklanır. ne var ki bu bulanmalardan sonra anlaşılır yol alınmış olduğu. evrensel barıştan başka bir şey olmayan düzen yerleşinceye kadar, birlik ve uyum hükümran oluncaya kadar, ilerlemenin aşamaları devrimler olacaktır. ilerleme nedir öyleyse? dediğimiz gibi, halkların sürekli, kesintisiz hayatıdır.
bir halkın şiiri, onun ilerlemesinin temel unsurudur. uygarlık, hayal gücüyle orantılıdır. yalnız uygarlıkçı bir halk güçlü bir halk olarak kalmalıdır. korinthos, evet; sybaris, hayır. gevşeyen ırk soysuzlaşır. ne amatör ne de virtüöz olmalı; sanatçı olmalı. uygarlık konusunda inceltmek değil, yüceltmek önemlidir. ancak bu koşulla ülkünün kalıbı verilir insanlığa.
nasıl yangınlar bütün kenti aydınlatırsa devrimler de tüm insan soyunu aydınlatır. ve size biraz önce hangi tarz bir devrim yapacağımızı da söyledim: doğru'nun devrimini yapacağız! siyasal açıdan bir tek ilke vardır: insanın kendi üzerindeki egemenliği. bu egemenliğin adı da özgürlüktür. işte bu egemenliklerden ikisinin ya da daha çoğunun bir araya gelip birleştiği yerde devlet başlar. ama bu bir araya gelişte hiç kimsenin hiçbir hakkından vazgeçmesi söz konusu olamaz. her egemenlik, kamu hakkını oluşturmak üzere, kendi varlığının bir parçasını kendi iradesiyle verir. ve bu parçanın miktarı herkes için aynıdır. işte bu, her birimizin hepimize bir parçamızı verme özdeşliğimizin adı da eşitliktir. kamu hukuku demek, tek tek bireylerin hakkının herkes tarafından korunması demektir, o kadar. herkesi içeren bu korumanın adı da kardeşliktir. bütün bu egemenliklerin kavşak noktasıdır toplum.