terry eagleton
sanatçı kötülükle dirsek temasında olmalıdır; çünkü her tür tecrübeyi, ahlaken doğru da olsa yanlış da olsa, sanat değirmeninde öğütmelidir. bu yüzden, eğer sanatını geliştirmek istiyorsa, azizlik düşlerini bir kenara itip bir tür ahlaksız olmalıdır.
sanat sanki sanatçının iyiliğini emip bitirmektedir. sanat ne kadar yüceyse sanatçının hayatı o denli yozlaşmıştır.
19. yüzyılın -kafası dumanlı, ahlaksız, kederli, damarlarında apsent dolaşan- sanatçısı satanistlere ne kadar da çok benzer, ikisi de saygın orta sınıf için bir skandaldır. ve bunun sebeplerinden biri her ikisinin de sırf kendileri için var olmasıdır. ikisini de fayda ya da ticari değerle değiş tokuş edemezsiniz.
seçkin bir kulüpten atılmak, o kulübe hiç davet edilmemekten daha fiyakalıdır. kötü, ona sırtını dönebilmek için aşkınlığı bilmek zorundadır; oysa erdemliler, kucaklarına düşse bile aşkınlığı tanıyamazlar.
charles baudelaire'den jean genet'ye, sanatçı hep suçlularla, delilerle, şeytana tapanlarla ve yoldan çıkaranlarla ilişkilendirilmiştir. bu görüş bazı modernist sanatların hor gördükleri orta sınıf yaşamı kadar boş olduklarını rahatça göz ardı eder. saf biçim arzusunun peşinde koşarken modernist sanat yoklukla kirlenmiştir.
gündelik varoluş öyle garipleşmiş ve sıradanlaşmıştır ki sadece bir doz şeytanilik onu galeyana getirebilir. hayat bayat ve tatsızlaştığında, sanat şeytanla yardımlaşmak zorunda kalabilir ve fark yaratabilmek için aşırılığa ve sapkınlığa akın edebilir. horgörülü, put kinci ve şeytani yöntemlerle köhneleşmiş geleneklerimizin üstüne gidebilir. sıra dışı ve aşın yollara başvurabilir. şeytani bir sanat orta sınıf kendini beğenmişliğimizi kırıp bastırmaya çalıştığımız enerjiyi ortaya çıkarabilir.