jack kerouac
sadece bir an için hep ulaşmak istediğim o esrime noktasına ulaştım: kronolojik zamandan zamansız gölgelere doğru bir adım, ölümlü alemin çıplaklığının yarattığı bir şaşkınlık, hareket etmem için topuklarıma vuran ölüm hissi, kendi kendini takip eden bir hortlaktı bu ve ben meleklerin, yaratılmamış boşluğun kutsal hiçliğine doğru kanatlandıkları tahtadan dayanağa doğru koşuyordum, aydınlık zihin özünde yanan güçlü ve tarifsiz ışıklara, cennetin büyülü pervane kurtçuğunda açan sayısız lotus çiçeğiyle dolu topraklara doğru. tanımsız bir uğultu duyuyordum, sanki bir kargaşa vardı; ama kulaklarımda değildi, her yeri sarmıştı, sesle ilgisi olmayan bir şeydi. kimbilir kaç kere ölmüş ve yeniden doğmuştum; ama hatırlamıyordum; çünkü hayattan ölüme ve ölümden hayata geçmek ürkütücü derecede kolaydı, hiçliğe doğru sihirli bir hareket, o kadar, milyonlarca defa uyuyup uyanmak gibi, mutlak bir kayıtsızlık ve derin bir bilinçsizlikle. şunu fark ettim: sırf içkin zihin durağan olduğu için böyle dalgalanıyordu ölüm ve doğum, tıpkı rüzgarın sakin, berrak, ayna gibi bir su birikintisine vurması gibi. tatlı ve canlı bir mutluluk hissediyordum, damardan yüksek dozda eroin basmış gibiydim veya akşamüstü bir yudum şarap içmiştim sanki ve içim ürperiyordu; ayaklarım karıncalanıyordu. o an öleceğimi sandım. ama ölmedim, tam yedi kilometre yürüyüp izmarit toplamaya devam ettim, bulduğum on uzun izmaritle marylou'nun oteldeki odasına döndüm ve tütünleri eskimiş pipomun içine boşaltıp yaktım. olan biteni anlayamayacak kadar gençtim.