gabriel tarde: hayat, yararsızlıktan geçerek imkansızı aramaktır.
judith martin: her içgüdünün peşinden gitsek, şu anda birbirimizi boğazlıyor olurduk.
richard price: güç kadar gözden kaçırılmaması gereken başka bir şey yoktur.
erich fromm: tanrının buyruğu altındaki insanın özgür iradesi yoktur; o ancak ya tanrının ya da şeytanın iradesinin bir tutsağıdır, hizmetçisidir, kölesidir.
giorgio agamben: düşlerini gerçekleştirmiş birinden daha sıkıcı bir şey yoktur.
hermann hesse: öbür dünya diye bir şey yok. kurumuş bir ağaç dirilmez hiç, soğuktan donmuş bir kuş bir daha hayata dönemez, ölmüş bir insan da öyle. aramızdan ayrılıp gitti mi, belki bir zaman düşünür, anımsarız kendisini; ama bu da uzun sürmez.
rıfat ılgaz: eleştiri dost övgüsü, kitap reklamı değildir. o da şiir kadar dürüstlük ister.
harold lamb: yanlışı doğrudan sadece bir saç kılı ayırsa bile, yanlış yine de doğru değildir.
rollo may: yaratıcılık, bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.
françois thual: hiçbir toplum, ister ekonomik olarak ister demokratik olarak kurulmuş olsun, etnik yangının geri dönüşünden muaf değildir.
gertrude stein: yanıt yoktur. yanıt olmayacaktır. yanıt asla olmamıştır. işte yanıt budur.
30.11.2017
28.11.2017
ay parkı
bret easton ellis
ne kadar uzağa giderseniz sorular o kadar çoğalır.
thomas mcguane: salakça şeyler yaparak insanların dikkatini çekmenizin mesleki açıdan uzun vadede tehlikesi, eninde sonunda kendinizin de bir bilet almak zorunda kalmanızdır.
"hayatta her şey paradır."
john o'hara: birisi hakkında kanaat sahibi olmuş insanlar fikirlerinin değişmesinden, yeni kanıtlar ya da savlar ışığında yargılarının zıttını benimsemekten hoşlanmazlar ve onları fikirlerini değiştirmeye zorlayan kişi en hafif tabirle zamanını harcar ve belaya davetiye çıkarıyor olabilir.
"asla uyuma; çünkü ikinci fırsat diye bir şey yoktur."
amerikan sapığı'ndaki o cinayetlerle işkenceler aslında patrick bateman'ın amerika'daki yaşam tarzının ve kendisinin bu hayatın içinde kısılı kalmış olmasının -ne kadar parası olursa olsun- yol açtığı öfke ve hiddetle kurulmuş fantezilerdiler. o fanteziler bir kaçıştı. kitabın tezi buydu. toplumla, davranış tarzlarıyla ve geleneklerle ilgili bir kitaptı, kadınları kesip biçmekle değil.
yazarların hayatları bir yalan girdabıdır. yazarlar allayıp pullamaya odaklanır. başkalarını memnun etmek için yaparız bunu. bir yazarın fiziksel yaşamı durağandır ve bu kısıtlamayla savaşmak için her gün zıt bir dünyanın ve bir başka benliğin inşa edilmesi gerekir.
evlilik sevgiyle, boşanmaysa parayla ilgilidir.
her şeyi görmezden gelmek çok kolaydır. dikkat etmektir asıl zor olan.
ne kadar uzağa giderseniz sorular o kadar çoğalır.
thomas mcguane: salakça şeyler yaparak insanların dikkatini çekmenizin mesleki açıdan uzun vadede tehlikesi, eninde sonunda kendinizin de bir bilet almak zorunda kalmanızdır.
"hayatta her şey paradır."
john o'hara: birisi hakkında kanaat sahibi olmuş insanlar fikirlerinin değişmesinden, yeni kanıtlar ya da savlar ışığında yargılarının zıttını benimsemekten hoşlanmazlar ve onları fikirlerini değiştirmeye zorlayan kişi en hafif tabirle zamanını harcar ve belaya davetiye çıkarıyor olabilir.
"asla uyuma; çünkü ikinci fırsat diye bir şey yoktur."
amerikan sapığı'ndaki o cinayetlerle işkenceler aslında patrick bateman'ın amerika'daki yaşam tarzının ve kendisinin bu hayatın içinde kısılı kalmış olmasının -ne kadar parası olursa olsun- yol açtığı öfke ve hiddetle kurulmuş fantezilerdiler. o fanteziler bir kaçıştı. kitabın tezi buydu. toplumla, davranış tarzlarıyla ve geleneklerle ilgili bir kitaptı, kadınları kesip biçmekle değil.
yazarların hayatları bir yalan girdabıdır. yazarlar allayıp pullamaya odaklanır. başkalarını memnun etmek için yaparız bunu. bir yazarın fiziksel yaşamı durağandır ve bu kısıtlamayla savaşmak için her gün zıt bir dünyanın ve bir başka benliğin inşa edilmesi gerekir.
evlilik sevgiyle, boşanmaysa parayla ilgilidir.
her şeyi görmezden gelmek çok kolaydır. dikkat etmektir asıl zor olan.
25.11.2017
daniel martin
john fowles
bir sanatçı kendisinin en acımasız yargıcı değilse sanatçı değildir.
önemli olan insanın ruhunun sağlam olmasıdır.
başarıya ulaşmada başarısız olmak ahlakı belirtir; genetik bir hatayı değil, ahlakı gösterir.
"tanrı'ya inanıyorum" demenin genellikle "düşünmemeye inanıyorum" demekle eş anlamlı olması gibi, "seni seviyorum" demek de "senin sahibin olmak istiyorum" demenin örtük halidir.
özel, zihinsel ya da kamusal ve edebi bütün yazılar, koşullu geçmiş ve gelecekten kaçma girişimidir.
imgeler özünde faşisttir. çünkü ne kadar belirsiz ve bulanık olursa olsun, gerçek geçmiş deneyim hakikatin üstüne damgasını vurur; tıpkı harabelerle karşılaştığımızda arkeologlara değil de mimarlara başvurmamız gerektiği gibi. söz, işaretlerin en kesin olmayanlarındandır. yalnız bilimi kafasına takan bir çağ, sözün kesin olmayışının bir eksiklik değil de harika bir meziyet olduğunu anlayamaz.
her birey yalnızca var olan ilişkilerin değil, aynı zamanda bu ilişkilerin tarihinin de sentezidir.
insanları ezen bir dış güç olarak toplumsal yapı, duraklamaları kişiyi kendisine benzeterek edilginleştirir; yeni bir siyasi etik geleneğe ve yeni girişimlere kaynak yaratmak üzere bir araca, özgürlüğün bir aracına dönüştürür.
iradesiz gerçek merhamet, merhametsiz gerçek irade yoktur.
beden ölür, su bulanır
ruh tereddüt eder
ve rüzgâr unutur, hep unutur
ama alev aynı kalır
gözümüz açıldığında gerçek tuzak, aslında hiç yaşamadığımızı fark etmemiz değildir pek. artık yazamayışımızdır. bunu yoksun olduğun şeyden var edersin, elinde olandan değil.
bir sanatçı kendisinin en acımasız yargıcı değilse sanatçı değildir.
önemli olan insanın ruhunun sağlam olmasıdır.
başarıya ulaşmada başarısız olmak ahlakı belirtir; genetik bir hatayı değil, ahlakı gösterir.
"tanrı'ya inanıyorum" demenin genellikle "düşünmemeye inanıyorum" demekle eş anlamlı olması gibi, "seni seviyorum" demek de "senin sahibin olmak istiyorum" demenin örtük halidir.
özel, zihinsel ya da kamusal ve edebi bütün yazılar, koşullu geçmiş ve gelecekten kaçma girişimidir.
imgeler özünde faşisttir. çünkü ne kadar belirsiz ve bulanık olursa olsun, gerçek geçmiş deneyim hakikatin üstüne damgasını vurur; tıpkı harabelerle karşılaştığımızda arkeologlara değil de mimarlara başvurmamız gerektiği gibi. söz, işaretlerin en kesin olmayanlarındandır. yalnız bilimi kafasına takan bir çağ, sözün kesin olmayışının bir eksiklik değil de harika bir meziyet olduğunu anlayamaz.
her birey yalnızca var olan ilişkilerin değil, aynı zamanda bu ilişkilerin tarihinin de sentezidir.
insanları ezen bir dış güç olarak toplumsal yapı, duraklamaları kişiyi kendisine benzeterek edilginleştirir; yeni bir siyasi etik geleneğe ve yeni girişimlere kaynak yaratmak üzere bir araca, özgürlüğün bir aracına dönüştürür.
iradesiz gerçek merhamet, merhametsiz gerçek irade yoktur.
beden ölür, su bulanır
ruh tereddüt eder
ve rüzgâr unutur, hep unutur
ama alev aynı kalır
gözümüz açıldığında gerçek tuzak, aslında hiç yaşamadığımızı fark etmemiz değildir pek. artık yazamayışımızdır. bunu yoksun olduğun şeyden var edersin, elinde olandan değil.
24.11.2017
diva
lale müldür
yaşayan herkes isis'in kanından bir damladır
sen nasıl değiştiriyorsun sonra böyle
kalbimi çaldığını söylüyorsun
peki ben neyim, neyin oluyorum senin
dokunma bana, kalbimin irislerini anla
damlara atılan irisler kötü güçlerden koruduğu için
ben bir ikon değilim, daha yumuşak davran bana
ben hak etmiyorum aslında yaşamayı
suçluyum ben, underground'um
uyuşmaz kanım sizlerle
siz de beni her incitecek şeyi arayıp buluyorsunuz
nedir öldürmek mi istiyorsun
ben çoktan öldüm oysa
beni aynada görseniz anlarsınız bunu
ben paris'te yıllar önce öldüm
sabıkam var intihardan
iris getirmeyin bana, aldatıcı yüzlerinizi de
paylaşacak bir çorba ve sahici yüzünüzü getirin
bir hançer getirin kınından yeni çıkmış
marienbad'da değiliz
bana tam kendinizi getirin ve benim kim olduğumu unutun
ben iris'in kanından bir damlayım
iris gibi ben de soğuk yerlere uzanıp donup kalacağım
işte o zaman soğuk bir tül çarpacak sizi
ve götürecek sizi uzak anılara
ben sizi çok iyi anlıyorum
siz ne diye anlamıyorsunuz beni
ellerimde çok kan var diye mi
ama o kanlar isis'in kanları
anlıyor musunuz
söyleyin gerçekten anlıyor musunuz
alın size kanlarla örülmüş bir iris
23.11.2017
yaşama uğraşı
cesare pavese
gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
ah şu kayıtsızlığın gücü! budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.
bir kadın sana koşarsa, o çoktan hesaplarını yapmış demektir.
çok acı çekmiş olmanın karşılığı, sonradan köpekler gibi ölmektir.
davranışlarında ve düşüncelerinde bir başka insanın varlığını hesaba katmadan bir gün geçirebildiğin zaman, kendini yiğit bir insan sayabilirsin.
dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır.
edebiyat, yaşamın saldırılarına karşı bir savunmadır.
insan artık istemediği zaman elde eder bazı şeyleri.
her bakımdan alışkanlıklarımızın kölesi olan yaratıklarız.
cimri savurgan olduğunu sanır; savurgan da cimri olmaktan korkar; ikisi de işkence içindedirler bu yüzden.
sadece yalan söylemen, gerçekleri abartman, biraz süslemen yeter; sonucun şaşırtıcı olduğunu göreceksin. şehvet oyununda yalanlardan kaçmak diye bir şey yoktur.
atalardan kalma hazine sadece şudur: bir şeyi öyle yapılması gerektiği için iyi yapmak.
en güzeli, insanın kendisini parlatması, sessizce ve hiçbir şeye aldırmadan kendisini bir kristale dönüştürmesidir.
gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
ah şu kayıtsızlığın gücü! budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.
bir kadın sana koşarsa, o çoktan hesaplarını yapmış demektir.
çok acı çekmiş olmanın karşılığı, sonradan köpekler gibi ölmektir.
davranışlarında ve düşüncelerinde bir başka insanın varlığını hesaba katmadan bir gün geçirebildiğin zaman, kendini yiğit bir insan sayabilirsin.
dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır.
edebiyat, yaşamın saldırılarına karşı bir savunmadır.
insan artık istemediği zaman elde eder bazı şeyleri.
her bakımdan alışkanlıklarımızın kölesi olan yaratıklarız.
cimri savurgan olduğunu sanır; savurgan da cimri olmaktan korkar; ikisi de işkence içindedirler bu yüzden.
sadece yalan söylemen, gerçekleri abartman, biraz süslemen yeter; sonucun şaşırtıcı olduğunu göreceksin. şehvet oyununda yalanlardan kaçmak diye bir şey yoktur.
atalardan kalma hazine sadece şudur: bir şeyi öyle yapılması gerektiği için iyi yapmak.
en güzeli, insanın kendisini parlatması, sessizce ve hiçbir şeye aldırmadan kendisini bir kristale dönüştürmesidir.
22.11.2017
amerigo
stefan zweig
her keşif, her buluş sadece onu bulanla değil, daha ziyade bu keşfin etkin güçlerini tanıyanla geçerli sayılır.
yapılan bir şeyi anlatan ve açıklayan kişi, çoğu zaman onu yapandan daha önemlidir ve tarihin önceden kestirilemez güçler dengesi içinde genellikle en küçük bir hareket bile en inanılmaz etkilere neden olabilir.
tarihten adalet bekleyen, onun vermeye yanaştığından çok daha fazlasını istemiş demektir. tarih, ölümsüzlüğü genellikle yalın, ortalama bir insana dağıtırken en cesur ve bilge olanları, isimsiz karanlığa savurur.
itiraz sonradan bir protestan engizisyonunun ilk kurbanı olarak cenevre’de calvin tarafından ateşe itilip trajik bir şöhret kazanacak olan miguel servet adında garip bir adamdan gelir.
miguel servet, sosyal bilimler tarihinin garip bir karakteridir; kısmen bir dahi, kısmen bir deli, huzursuz kişilikli, delidolu tutumu nedeniyle her şeyde yetersizlik gören ve bilim alanında kendi görüşünü mümkün olan en şiddetli biçimde savunması gerektiğine inanan bir delifişektir. fakat verimsiz görünen bu adamın, her yerde doğru sorunlara temas etmek gibi bir yeteneği vardır.
hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür. bu sözün ilk kez dudaklarından döküldüğü genç adamın şimdi utançla onu bastırmaya, susturmaya çalışması boşunadır. söz çoktan havada salınmaya başlamıştır, harften harfe, kitaptan kitaba, ağızdan ağıza dolaşmakta, durdurulamaz ve ölümsüz bir şekilde zamanı ve mekanı aşmaktadır; çünkü aynı anda hem gerçekliğin hem de fikrin ta kendisidir o.
her keşif, her buluş sadece onu bulanla değil, daha ziyade bu keşfin etkin güçlerini tanıyanla geçerli sayılır.
yapılan bir şeyi anlatan ve açıklayan kişi, çoğu zaman onu yapandan daha önemlidir ve tarihin önceden kestirilemez güçler dengesi içinde genellikle en küçük bir hareket bile en inanılmaz etkilere neden olabilir.
tarihten adalet bekleyen, onun vermeye yanaştığından çok daha fazlasını istemiş demektir. tarih, ölümsüzlüğü genellikle yalın, ortalama bir insana dağıtırken en cesur ve bilge olanları, isimsiz karanlığa savurur.
itiraz sonradan bir protestan engizisyonunun ilk kurbanı olarak cenevre’de calvin tarafından ateşe itilip trajik bir şöhret kazanacak olan miguel servet adında garip bir adamdan gelir.
miguel servet, sosyal bilimler tarihinin garip bir karakteridir; kısmen bir dahi, kısmen bir deli, huzursuz kişilikli, delidolu tutumu nedeniyle her şeyde yetersizlik gören ve bilim alanında kendi görüşünü mümkün olan en şiddetli biçimde savunması gerektiğine inanan bir delifişektir. fakat verimsiz görünen bu adamın, her yerde doğru sorunlara temas etmek gibi bir yeteneği vardır.
hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür. bu sözün ilk kez dudaklarından döküldüğü genç adamın şimdi utançla onu bastırmaya, susturmaya çalışması boşunadır. söz çoktan havada salınmaya başlamıştır, harften harfe, kitaptan kitaba, ağızdan ağıza dolaşmakta, durdurulamaz ve ölümsüz bir şekilde zamanı ve mekanı aşmaktadır; çünkü aynı anda hem gerçekliğin hem de fikrin ta kendisidir o.
21.11.2017
kurban
jean meslier
aklımı hiçbir zaman kurban etmeyeceğim. çünkü, yalnız bu akıl, bana iyiliği kötülükten, hakkı batıldan ayırt ettirebilir.
eğer sizin iddia ettiğiniz gibi, aklım tanrı'dan geliyorsa, çok cömert olduğunu söylediğiniz tanrı'nın, ancak beni yok etmek ve öldürmek üzere, sırf beni bir tuzağa düşürmek için aklı bana vermiş olduğuna hiçbir zaman ihtimal vermem. ey rahipler! tanrı'nızın bir bağışı, vergisi olduğunu bize temin ettiğiniz aklı tanımlarken, tanrı'nınıza iftira ettiğinizi görmüyor musunuz?
tecrübeden asla vazgeçmeyeceğim. çünkü, tecrübe, hayal gücünden ya da bana kabul ettirilmeye çalışılan rehberlerin otoritesinden daha güvenilir bir yol göstericidir. bu tecrübe bana gösteriyor ki, hırs ve çıkar, o rehberlerin gözlerini görmez hale getirebilir, kendilerini de yanlış yola saptırabilir ve tecrübenin otoritesi, ya aldatmaya çok elverişli, ya da başkalarını aldatmakta çok çıkarcı olarak bildiğim birçok insanın kuşkulu tanıklığından, kesin olarak büsbütün başka bir önem ve değerdedir ve ruhun üzerinde büsbütün başka bir hüküm ve etkiye sahiptir.
duygularıma güvenmeyeceğim. çünkü bilirim ki bazen beni hataya düşürebilir. ancak öte yandan, duygularım beni hep aldatmaz. pekala bilirim ki, göz, güneşi gerçekte olduğundan çok küçük gösterir. ancak duyguların yeniden uygulanmasından başka bir şey olmayan tecrübe gösterir ki, eşya ne kadar uzak olursa o ölçüde küçük görünür. dolayısıyla, güneşin dünyadan çok büyük olduğuna emin olurum.
dolayısıyla, duygularımın, bana alelacele verdirmiş olduğu kararları soruşturmak için, tecrübelerim yeterlidir.
aklımı hiçbir zaman kurban etmeyeceğim. çünkü, yalnız bu akıl, bana iyiliği kötülükten, hakkı batıldan ayırt ettirebilir.
eğer sizin iddia ettiğiniz gibi, aklım tanrı'dan geliyorsa, çok cömert olduğunu söylediğiniz tanrı'nın, ancak beni yok etmek ve öldürmek üzere, sırf beni bir tuzağa düşürmek için aklı bana vermiş olduğuna hiçbir zaman ihtimal vermem. ey rahipler! tanrı'nızın bir bağışı, vergisi olduğunu bize temin ettiğiniz aklı tanımlarken, tanrı'nınıza iftira ettiğinizi görmüyor musunuz?
tecrübeden asla vazgeçmeyeceğim. çünkü, tecrübe, hayal gücünden ya da bana kabul ettirilmeye çalışılan rehberlerin otoritesinden daha güvenilir bir yol göstericidir. bu tecrübe bana gösteriyor ki, hırs ve çıkar, o rehberlerin gözlerini görmez hale getirebilir, kendilerini de yanlış yola saptırabilir ve tecrübenin otoritesi, ya aldatmaya çok elverişli, ya da başkalarını aldatmakta çok çıkarcı olarak bildiğim birçok insanın kuşkulu tanıklığından, kesin olarak büsbütün başka bir önem ve değerdedir ve ruhun üzerinde büsbütün başka bir hüküm ve etkiye sahiptir.
duygularıma güvenmeyeceğim. çünkü bilirim ki bazen beni hataya düşürebilir. ancak öte yandan, duygularım beni hep aldatmaz. pekala bilirim ki, göz, güneşi gerçekte olduğundan çok küçük gösterir. ancak duyguların yeniden uygulanmasından başka bir şey olmayan tecrübe gösterir ki, eşya ne kadar uzak olursa o ölçüde küçük görünür. dolayısıyla, güneşin dünyadan çok büyük olduğuna emin olurum.
dolayısıyla, duygularımın, bana alelacele verdirmiş olduğu kararları soruşturmak için, tecrübelerim yeterlidir.
adem'le havva'nın güncesi
mark twain
alay yoluyla, zavallı bir aptala dönüştürülemeyecek tek bir iyi güzel kişilik bile yoktur.
eğitim her şeydir. şeftali bir zamanlar acı bir çağlaydı. karnabahar kolej öğrenimi görmüş bir lahanadan başka bir şey değildir.
kediyle yalan arasındaki en çarpıcı ayrımlardan biri, kedinin yalnız dokuz canlı oluşudur.
arkadaşlık denen kutsal tutku öyle tatlı, sağlam, candan, dayanıklı bir özellik taşır ki, borç para istenmezse bütün bir yaşam boyu sürer.
her durumu ötekine oranla iyice ölçüp biçmeli insan. yaşlı bir cennet kuşu olmaktansa genç bir mayıs böceği olmak yeğdir.
yiğitlik korkuya direnmek, korkuyu dizginleyebilmektir; korkunun yokluğu değil.
daha iyi bir öteki dünyaya göçmüş sürüyle tatsız kişiyi düşündükçe onlardan ayrı biçimde yaşamaya çalışıyorum.
başka insanların alışkanlıkları kadar düzeltilmeyi gerektiren hiçbir şey yoktur.
açlıktan ölmek üzere bir köpeği alır da bakar diriltirseniz sizi ısırmaz. köpek ile insan arasındaki temel ayrım da budur.
amerika'nın bulunması büyük bir şeydi; ama yitirilmesi daha büyük bir şey olurdu.
bilgi deneyle kazanılıyor. varsayımlar, yakıştırmalar, sanılar hiçbir şey katmıyor kişinin öğrenimine.
hafta denen şeyin neye yaradığını anladım en sonunda: pazar gününün can sıkıntısını insana unutturmaya yarıyor.
zeka dedikleri şey nedir ki! insanın gerçek değeri yüreğinde yatar. sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir; gönülde zenginlik olmadıkça zeka yoksulluk sayılır.
alay yoluyla, zavallı bir aptala dönüştürülemeyecek tek bir iyi güzel kişilik bile yoktur.
eğitim her şeydir. şeftali bir zamanlar acı bir çağlaydı. karnabahar kolej öğrenimi görmüş bir lahanadan başka bir şey değildir.
kediyle yalan arasındaki en çarpıcı ayrımlardan biri, kedinin yalnız dokuz canlı oluşudur.
arkadaşlık denen kutsal tutku öyle tatlı, sağlam, candan, dayanıklı bir özellik taşır ki, borç para istenmezse bütün bir yaşam boyu sürer.
her durumu ötekine oranla iyice ölçüp biçmeli insan. yaşlı bir cennet kuşu olmaktansa genç bir mayıs böceği olmak yeğdir.
yiğitlik korkuya direnmek, korkuyu dizginleyebilmektir; korkunun yokluğu değil.
daha iyi bir öteki dünyaya göçmüş sürüyle tatsız kişiyi düşündükçe onlardan ayrı biçimde yaşamaya çalışıyorum.
başka insanların alışkanlıkları kadar düzeltilmeyi gerektiren hiçbir şey yoktur.
açlıktan ölmek üzere bir köpeği alır da bakar diriltirseniz sizi ısırmaz. köpek ile insan arasındaki temel ayrım da budur.
amerika'nın bulunması büyük bir şeydi; ama yitirilmesi daha büyük bir şey olurdu.
bilgi deneyle kazanılıyor. varsayımlar, yakıştırmalar, sanılar hiçbir şey katmıyor kişinin öğrenimine.
hafta denen şeyin neye yaradığını anladım en sonunda: pazar gününün can sıkıntısını insana unutturmaya yarıyor.
zeka dedikleri şey nedir ki! insanın gerçek değeri yüreğinde yatar. sevgi dolu bir yürek en büyük zenginliktir; gönülde zenginlik olmadıkça zeka yoksulluk sayılır.
20.11.2017
çocuk
romain gary
veletlerin tümü bulaşıcıdır. birine bir şey olmayagörsün, hemen ötekilere de oluverir.
evlat edinirken insanların en istemedikleri şey çocuğun gerizekalı olmasıdır. çocuk birden durmaya karar verdi demektir bu, ilerlemek ona yeterince ilginç gelmemiştir. çoğu zaman ailesi handikaplı olur, çocukla ne halt edeceğini bilemez. örneğin 15 yaşında bir çocuk 10 yaşındaymış gibi hareket etmeye koyulur. ama dikkatinizi çekerim, bu konuda kazançlı çıkmak da olanaksızdır. bir çocuk, benim gibi 10 yaşında olup 15 yaşındaymış gibi hareket ederse onu okuldan atarlar; ahlakı bozulmuştur çünkü.
hiçbir zaman anlamadım, neden yasaktır vesikalı orospuların çocuklarını büyütmeleri; ötekiler hiç çekinmiyor. madam rosa, bunun nedeni kıçın fransa'daki önemidir sanıyordu, böyle bir önem başka yerlerde görülmez; burada bu, gözle görülmedikçe aklın alamayacağı boyutlar kazanır. madam rosa diyordu ki, fransızların en önemli şeyleri xiv. louis ile kıçlarıdır; bu yüzden orospu olarak tanımlananlar baskı altında tutulurlar; çünkü namuslu kadınlar bunu sadece kendilerine istemektedirler.
veletlerin tümü bulaşıcıdır. birine bir şey olmayagörsün, hemen ötekilere de oluverir.
evlat edinirken insanların en istemedikleri şey çocuğun gerizekalı olmasıdır. çocuk birden durmaya karar verdi demektir bu, ilerlemek ona yeterince ilginç gelmemiştir. çoğu zaman ailesi handikaplı olur, çocukla ne halt edeceğini bilemez. örneğin 15 yaşında bir çocuk 10 yaşındaymış gibi hareket etmeye koyulur. ama dikkatinizi çekerim, bu konuda kazançlı çıkmak da olanaksızdır. bir çocuk, benim gibi 10 yaşında olup 15 yaşındaymış gibi hareket ederse onu okuldan atarlar; ahlakı bozulmuştur çünkü.
hiçbir zaman anlamadım, neden yasaktır vesikalı orospuların çocuklarını büyütmeleri; ötekiler hiç çekinmiyor. madam rosa, bunun nedeni kıçın fransa'daki önemidir sanıyordu, böyle bir önem başka yerlerde görülmez; burada bu, gözle görülmedikçe aklın alamayacağı boyutlar kazanır. madam rosa diyordu ki, fransızların en önemli şeyleri xiv. louis ile kıçlarıdır; bu yüzden orospu olarak tanımlananlar baskı altında tutulurlar; çünkü namuslu kadınlar bunu sadece kendilerine istemektedirler.
19.11.2017
çıkış yolu
joyce carol oates
çıkış yolu. wittgenstein'ın yaşamının tek amacı sineğe şişeden çıkış yolunu göstermekti; ama, gerçek şuydu: insanoğlu şişeden çıkış yolunu öğrenmek istemiyordu; bizler tutsaktık, şişenin içi bizi büyülüyordu; cam yüzeylerin dokunuşu yetiyordu bize; bu cam yüzeyler deneyimlerimizin ve heveslerimizin sınırlarıydı; şişe derimizdi, ruhumuzdu; camın görüşümüzü bulandırmasına alışmıştık; çevremizdekileri arada cam olmadan açıkça görmek istemiyorduk; daha taze bir hava solumak istemiyorduk; şişenin dışında yaşayamazdık. ya da, şişenin camdan yansımalı dilinde, kendimize bunun böyle olduğunu söylüyorduk.
"sineğe şişeden çıkış yolunu göstermek mi istiyorsun? şişeyi kır."
çıkış yolu. wittgenstein'ın yaşamının tek amacı sineğe şişeden çıkış yolunu göstermekti; ama, gerçek şuydu: insanoğlu şişeden çıkış yolunu öğrenmek istemiyordu; bizler tutsaktık, şişenin içi bizi büyülüyordu; cam yüzeylerin dokunuşu yetiyordu bize; bu cam yüzeyler deneyimlerimizin ve heveslerimizin sınırlarıydı; şişe derimizdi, ruhumuzdu; camın görüşümüzü bulandırmasına alışmıştık; çevremizdekileri arada cam olmadan açıkça görmek istemiyorduk; daha taze bir hava solumak istemiyorduk; şişenin dışında yaşayamazdık. ya da, şişenin camdan yansımalı dilinde, kendimize bunun böyle olduğunu söylüyorduk.
"sineğe şişeden çıkış yolunu göstermek mi istiyorsun? şişeyi kır."
afrikalı leo
amin maalouf
bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.
"yitik bir ülke, çok yakın bir akrabanın ölüsü gibidir. onu saygıyla göm ve sonsuz yaşama inan."
bir insan ister altın, ister akıl yönünden varsıl olsun, bunlardan yoksun olanlarla konuşurken çok dikkatli olmalıdır.
ıssız bir yerde bir kadın bir aslanla karşılaşırsa eteğini kaldırıp belli yerini göstermesi yetermiş. hayvan kükreyerek arkasını döner gidermiş.
12 yaşındayken hayvanlarla insanları karşılaştırdığımda hayvanların daha zararlı olacaklarına inanırdım.
şunu bil ki genç konuğum, ulu tanrı'nın bir insana verebileceği en büyük armağan, onun kervanların gelip geçtiği dağlarda doğmasını sağlamaktır. kervan yolu bilgi ve varsıllık getirir. dağlarsa koruma ve özgürlük sağlar. siz kent insanları için altın ve kitap kolay ulaşabileceğiniz yerlerdedir ama önlerinde boyun eğdiğiniz sultanlar da vardır.
en değer verdiğim anılarım yalımlar arasında kaldı.
nitelikli bir erkeğin, durumuna uygun düşmeyen bir biçimde hafifleşmeden duygularını açığa vuramayacağını çok iyi biliyordu.
sultanların aptallığı, yazgının akıllılığıdır.
eğer bir insanın ağzında dili varsa, hiçbir zaman umarsız değildir.
bir insan piramitlerin yakınındaki bir kulübede mutluluğu bulabilmişse, niye bir sarayın düşlerini kurar?
bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.
"yitik bir ülke, çok yakın bir akrabanın ölüsü gibidir. onu saygıyla göm ve sonsuz yaşama inan."
bir insan ister altın, ister akıl yönünden varsıl olsun, bunlardan yoksun olanlarla konuşurken çok dikkatli olmalıdır.
ıssız bir yerde bir kadın bir aslanla karşılaşırsa eteğini kaldırıp belli yerini göstermesi yetermiş. hayvan kükreyerek arkasını döner gidermiş.
12 yaşındayken hayvanlarla insanları karşılaştırdığımda hayvanların daha zararlı olacaklarına inanırdım.
şunu bil ki genç konuğum, ulu tanrı'nın bir insana verebileceği en büyük armağan, onun kervanların gelip geçtiği dağlarda doğmasını sağlamaktır. kervan yolu bilgi ve varsıllık getirir. dağlarsa koruma ve özgürlük sağlar. siz kent insanları için altın ve kitap kolay ulaşabileceğiniz yerlerdedir ama önlerinde boyun eğdiğiniz sultanlar da vardır.
en değer verdiğim anılarım yalımlar arasında kaldı.
nitelikli bir erkeğin, durumuna uygun düşmeyen bir biçimde hafifleşmeden duygularını açığa vuramayacağını çok iyi biliyordu.
sultanların aptallığı, yazgının akıllılığıdır.
eğer bir insanın ağzında dili varsa, hiçbir zaman umarsız değildir.
bir insan piramitlerin yakınındaki bir kulübede mutluluğu bulabilmişse, niye bir sarayın düşlerini kurar?
yürek söken
boris vian
en iyi şeyler bile zamanla usanç verir.
heveslenmeye heveslenmek, daha işin başında, yeterli bir tutkudur. bunun kanıtı da sizi davranmaya itmesidir.
insan hep bir şeylerin eksikliğini duyar.
insan ancak hiçbir şeye heves duymadığı zaman özgür olur ve tam anlamıyla özgür olan bir yaratık hiçbir şeye heves duymaz.
önünde sonunda, bir şey istemek, isteğine zincirlenmektir.
bazı insanları seviyoruz diye kalamayız yerimizde, başkalarından nefret ettiğimiz için gideriz. yalnızca çirkin şeyler insanı harekete zorlar.
tutkuların var olduklarını bilmek ve onları duymamak, korkunç bir şeydir bu.
kendileri için iyi olanın az çok bilincindedir çocuklar ve ender olarak zor duruma sokarlar kendilerini.
sağduyudan daha şiirsel olan hiçbir şey yoktur.
en iyi şeyler bile zamanla usanç verir.
heveslenmeye heveslenmek, daha işin başında, yeterli bir tutkudur. bunun kanıtı da sizi davranmaya itmesidir.
insan hep bir şeylerin eksikliğini duyar.
insan ancak hiçbir şeye heves duymadığı zaman özgür olur ve tam anlamıyla özgür olan bir yaratık hiçbir şeye heves duymaz.
önünde sonunda, bir şey istemek, isteğine zincirlenmektir.
bazı insanları seviyoruz diye kalamayız yerimizde, başkalarından nefret ettiğimiz için gideriz. yalnızca çirkin şeyler insanı harekete zorlar.
tutkuların var olduklarını bilmek ve onları duymamak, korkunç bir şeydir bu.
kendileri için iyi olanın az çok bilincindedir çocuklar ve ender olarak zor duruma sokarlar kendilerini.
sağduyudan daha şiirsel olan hiçbir şey yoktur.
16.11.2017
o memleket
orhan kemal
tereyağı kalıpları
ehramcıklar gravyer peynirinden
şerbet gibi tatlı zeytinyağı şişeleri
boyalı teneke kutularıyla sardalyalar
bunlar harpten evvel de masaldı
koltuklarında esmer somuncuklarıyla işten dönen
terli insanların evlerinde
ya şimdi ne oldu
örme tiftik elbiseli çocuklarına oyuncaklar alan
mesut insanlar
açlığın en korkuncunu taşıdıkları gözlerle bakıyor
bakıyorlar dükkan camekanlarına
mutfaklarda aç kalmış kedilerin uluduğu
bu patates dünyasında
süslü camekanlarla ancak
yabancılar aldatılır
çünkü tereyağıyla peynir hasreti
baba hasretinden daha kuvvetli çarpar
küçük çocuk kalplerinde
o çocuklar ki
amele mahallesinin moloz yığınlarında oynarlardı
o çocukların babaları vardı
o babalar o babalar
çocuklarına resimli kitaplar getiren
ve hasta çocuklarına gözyaşı döken babalardı
şimdi nasıl hiç acımadan öldürüyorlar
uzak
çok uzaklardaki babaların çocuklarını
büyükanneler görüyorum
karanlık pencereli harap konaklar gibi bakan
büyükanneler
tahta göğüslerine basıp torunlarını
nasıl sarsıla sarsıla ağlıyorlar
ve her gün siyaset konuşan şu kadar şu kadar çocuklar
nasıl bakıyorlar ufuklara büyümüş gözlerle nasıl
o çocuklar ki
"yarınki dünyayı fethe gidecek olan
pulsuz balıklar"dır
aylardır alıştılar
babasız, ekmeksiz ve patatessiz evlerin
yalnızlığına
sokak kapılarını ancak polis çalar
bir yabancı radyoyu dinleyen
erkeksiz ev halkından birini karakola götürmek için
yahut da
yakın çikolata fabrikasında
uçak kanadı yapmak için çalıştırılan
bir harp esiri
sakalından ter damlaya damlaya gelir
korka korka indirir bodrum katına
mavi gözlü çocukların
tombul beyaz annelerini
bu çocukların babaları yarın
tiyatro ve operaların
hain
katil
ve alçak tipleri olacaklar
yazık
düşünemiyorlar bile bunu
çünkü ölüm
bir anlık düşünceden de yakın onlara
mobius dick
andrew crumey
tesadüfler biz ne anlama gelmelerini istersek o anlama gelir.
olaylar bizim lehimize geliştiğinde, bunu şans değil, kader veya yetenek olarak adlandırmayı tercih ederiz. oysa neticede her şey gelip şansa dayanır.
hayat bir anlatıdan ibaret değildir. aksini düşünmek, birilerini eğlendirip hoşnut etmeyi amaçlayan romancıların oynadığı bir oyundur.
düzenli bir ortam, düzenli bir zihin yaratır, yani boş bir zihin.
robert musil'e göre niteliksiz adama en kusursuz örnek, matematikçidir. herkes bir şairin ya da askerin nasıl görünmesi gerektiğini hayal edebilir; ama matematikçiyi hayal edemez. kimse onun ne hissettiğini, nasıl davrandığını bilmez. bir nevi hayalettir o, gerçekliğe teğet geçen biri. yemek yer veya opera izler ya da yürür gibi görünürken, aslında kendi zihninin içinde başka, gizli bir şey yapıyordur; tamamen soyut, sesi, rengi, biçimi, dokusu olmayan bir şey.
"anılar kalemlere benzer: uzun zaman dayanırlar ama onları düzenli olarak yontup keskinleştirmek gerekir."
hiçbir şey boş bir kağıdın görüntüsü kadar moral bozucu olamaz.
ilişkilerimiz etrafa dalgalar yayar ve bu hain salınımların sonunda nereye çarpacağını tahmin etmek epey zordur.
fizikte bütün öznelliği bir kenara koyduğunda elinde doğrular ya da yanlışlar kalır.
edebiyat eleştirmeni olmadığıma memnunum. insan bütün hayatını kötü bir evlilik içinde, beş para etmez bir yazara ayılıp bayılarak geçirebilir.
insanlığın sunabileceği en egzotik ve uç deneyimler bile klinisyenlerin gözünde bir sayfadaki çarpı işaretlerine ya da boşluklara dönüşebilir.
tesadüfler biz ne anlama gelmelerini istersek o anlama gelir.
olaylar bizim lehimize geliştiğinde, bunu şans değil, kader veya yetenek olarak adlandırmayı tercih ederiz. oysa neticede her şey gelip şansa dayanır.
hayat bir anlatıdan ibaret değildir. aksini düşünmek, birilerini eğlendirip hoşnut etmeyi amaçlayan romancıların oynadığı bir oyundur.
düzenli bir ortam, düzenli bir zihin yaratır, yani boş bir zihin.
robert musil'e göre niteliksiz adama en kusursuz örnek, matematikçidir. herkes bir şairin ya da askerin nasıl görünmesi gerektiğini hayal edebilir; ama matematikçiyi hayal edemez. kimse onun ne hissettiğini, nasıl davrandığını bilmez. bir nevi hayalettir o, gerçekliğe teğet geçen biri. yemek yer veya opera izler ya da yürür gibi görünürken, aslında kendi zihninin içinde başka, gizli bir şey yapıyordur; tamamen soyut, sesi, rengi, biçimi, dokusu olmayan bir şey.
"anılar kalemlere benzer: uzun zaman dayanırlar ama onları düzenli olarak yontup keskinleştirmek gerekir."
hiçbir şey boş bir kağıdın görüntüsü kadar moral bozucu olamaz.
ilişkilerimiz etrafa dalgalar yayar ve bu hain salınımların sonunda nereye çarpacağını tahmin etmek epey zordur.
fizikte bütün öznelliği bir kenara koyduğunda elinde doğrular ya da yanlışlar kalır.
edebiyat eleştirmeni olmadığıma memnunum. insan bütün hayatını kötü bir evlilik içinde, beş para etmez bir yazara ayılıp bayılarak geçirebilir.
insanlığın sunabileceği en egzotik ve uç deneyimler bile klinisyenlerin gözünde bir sayfadaki çarpı işaretlerine ya da boşluklara dönüşebilir.
15.11.2017
bilim yolunda
richard dawkins: yetişkin bir inek, ahlak açısından, her türlü makul ölçüte göre, doğmamış bir bebekten daha çok sevgi ve yakınlığımızı hak eder. öte yandan, kürtaj doktoruna "cani!" diye haykıran yaşam yanlısı kişi, evine gidip bifteğini afiyetle yer. dr. doolittle ile büyümüş olan bir çocuğun gözünden bu çifte standart kaçmaz. kutsal kitap ile büyütülmüş bir çocuksa elbette bunu göremez.
alison gopnik: bilimde çocuklar gerçekten de bir kadın için en büyük engeldir. bilim kurumları kadınların hem çocuk yetiştirip hem bilim hayatını sürdürmelerini çok güçleştirmektedir. şimdi düşünüyorum da ben ya psikolojiye yatkın bir felsefeci ya da felsefeye yatkın bir psikolog olmaya yazgılıydım. ama koşullar birazcık farklı olsaydı, pekala ya küskün bir kreş öğretmeni ya da bir üniversite hocasının karısı olabilirdim.
lee smolin: einstein'ın bana çekici gelen düşüncelerinden biri, bir bilim adamı olarak insanın gündelik hayatın belirsizliği ve acılarını aşabileceği idi. doğanın yasalarını kavrayarak, insan yaşamının kısa süreli uğraşlarına göre dünyanın çok daha kalıcı ve güzel bir yönüyle bağ kurabilirdiniz.
jaron lanier: doğal ya da somut dünyayı kucaklarken daha eşitlikçi oluruz; çünkü inancımız hiç kimseyi dışlamamızı gerektirmez. ama bunu yaparken, bize birer birey olarak değer kazandıran ve hayatlarımıza çeşni ve anlam katan öznel dünya deneyimimizi önemsizleştiririz. öznelliği öne çıkardığımız zamansa karşıt inanç topluluklarına bölünme tehlikesiyle karşılaşırız. geriye baktığımda, bu ikilemin çocukluğumda boğuştuğum yalnızlığı nasıl artırmış olduğunu görebiliyorum. çocukluğum devam ediyor.
alison gopnik: bilimde çocuklar gerçekten de bir kadın için en büyük engeldir. bilim kurumları kadınların hem çocuk yetiştirip hem bilim hayatını sürdürmelerini çok güçleştirmektedir. şimdi düşünüyorum da ben ya psikolojiye yatkın bir felsefeci ya da felsefeye yatkın bir psikolog olmaya yazgılıydım. ama koşullar birazcık farklı olsaydı, pekala ya küskün bir kreş öğretmeni ya da bir üniversite hocasının karısı olabilirdim.
lee smolin: einstein'ın bana çekici gelen düşüncelerinden biri, bir bilim adamı olarak insanın gündelik hayatın belirsizliği ve acılarını aşabileceği idi. doğanın yasalarını kavrayarak, insan yaşamının kısa süreli uğraşlarına göre dünyanın çok daha kalıcı ve güzel bir yönüyle bağ kurabilirdiniz.
jaron lanier: doğal ya da somut dünyayı kucaklarken daha eşitlikçi oluruz; çünkü inancımız hiç kimseyi dışlamamızı gerektirmez. ama bunu yaparken, bize birer birey olarak değer kazandıran ve hayatlarımıza çeşni ve anlam katan öznel dünya deneyimimizi önemsizleştiririz. öznelliği öne çıkardığımız zamansa karşıt inanç topluluklarına bölünme tehlikesiyle karşılaşırız. geriye baktığımda, bu ikilemin çocukluğumda boğuştuğum yalnızlığı nasıl artırmış olduğunu görebiliyorum. çocukluğum devam ediyor.
Kategori:
.kolaj,
#bilim,
#çocuk,
albert einstein,
alison gopnik,
jaron lanier,
lee smolin,
richard dawkins
kendilerini sularda hayranlıkla seyreden yaşlı adamlar
william butler yeats
her şeyin değiştiğini
ve yitip gittiğini birer birer
pençe gibiydi elleri, su boylarındaki
dikenli ağaçlar gibi
bükülmüştü dizleri
yaşlı, çok yaşlı adamlardan duydum
güzel olan ne varsa yitip gidermiş
sular gibi
13.11.2017
intihar
zülfü livaneli
amerikalı şair sylvia plath ise bir sabah çocukları henüz uyurken, başını gaz fırınının içine sokarak intihar etti. bu ölüm, yıllar sonra onun üstüne tez yazan şair nilgün marmara'nın da 29 yaşında intihar etmesinde rol oynadı.
fransız yazar gerard de nerval de ruhsal hastalıklarla boğuşmuş, birkaç kez sanatoryuma yatırılmıştı. tedavisi pek bir sonuç vermemiş olmalı ki nerval de kendini asarak hayatını sonlandırmayı seçen yazarlar kervanına katıldı.
avcılığıyla ünlü ernest hemingway'in son avı kendisi oldu. çiftesini ağzına sokarak tetiğe bastı. yaşlılığı kabul etmek istemediği, ölümü bir erkek yiğitliğiyle karşılamak istediği söylendi. ama hemingway'in ailesinde de intihar eğilimi vardı. babası, iki kardeşi ve bir torunu intihar etti.
romancı jerzy kosinski, çocukluğunun polonyasında savaşın büyük acılarını yaşamıştı ve ruhunda açılan yaralar hiçbir zaman kapanmadı. bir banyo küvetinde kendisini plastik bir torbayla boğmadan önce "her zamankinden biraz daha uzun sürecek bir uykuya dalıyorum" diye yazmıştı.
italya'da antifaşist hareketin önemli ismi ve bu dilin en büyük yazarlarından cesare pavese, depresyon ve aşk acısı yüzünden intihar edenler arasında.
yasunari kawabata, walter benjamin, jack london derken liste uzayıp gidebilir.
orta doğu ve türk edebiyatında, 1887 yılında damarlarını kesen ve kendi kanıyla ölüm anlarını not eden beşir fuat ve viyana sefiriyken ağzına havagazı hortumunu sokarak intihar eden şair sadullah paşa en bilinen örnekler. sadullah paşa'nın intiharını abdülhamit baskısına bağlayanlar da var, elçilikte âşık olduğu anna schumann'ın gayrı meşru bir çocuk doğurmasına da.
ziya gökalp de kafasına bir kurşun sıkmış ama ölmemişti.
ülkesindeki kötü gidişe dayanamadığı için paris'te intihar eden iranlı yazar sadık hidayet, doğu edebiyatında intihar denilince akla gelen ilk isim.
bizimki gibi ülkelerde entelektüel intiharlarına pek fazla rastlanmamasına karşın öldürülen, hapsedilen, zulüm gören şair-yazar sayısı çok kabarık. belki de bu yüzden intihar etmeye fırsat bulamamışlardır. çünkü onların bu işi gören, yaratıcı insanları yavaş veya hızlı ölümlere iten devletleri ve toplumları vardır.
amerikalı şair sylvia plath ise bir sabah çocukları henüz uyurken, başını gaz fırınının içine sokarak intihar etti. bu ölüm, yıllar sonra onun üstüne tez yazan şair nilgün marmara'nın da 29 yaşında intihar etmesinde rol oynadı.
fransız yazar gerard de nerval de ruhsal hastalıklarla boğuşmuş, birkaç kez sanatoryuma yatırılmıştı. tedavisi pek bir sonuç vermemiş olmalı ki nerval de kendini asarak hayatını sonlandırmayı seçen yazarlar kervanına katıldı.
avcılığıyla ünlü ernest hemingway'in son avı kendisi oldu. çiftesini ağzına sokarak tetiğe bastı. yaşlılığı kabul etmek istemediği, ölümü bir erkek yiğitliğiyle karşılamak istediği söylendi. ama hemingway'in ailesinde de intihar eğilimi vardı. babası, iki kardeşi ve bir torunu intihar etti.
romancı jerzy kosinski, çocukluğunun polonyasında savaşın büyük acılarını yaşamıştı ve ruhunda açılan yaralar hiçbir zaman kapanmadı. bir banyo küvetinde kendisini plastik bir torbayla boğmadan önce "her zamankinden biraz daha uzun sürecek bir uykuya dalıyorum" diye yazmıştı.
italya'da antifaşist hareketin önemli ismi ve bu dilin en büyük yazarlarından cesare pavese, depresyon ve aşk acısı yüzünden intihar edenler arasında.
yasunari kawabata, walter benjamin, jack london derken liste uzayıp gidebilir.
orta doğu ve türk edebiyatında, 1887 yılında damarlarını kesen ve kendi kanıyla ölüm anlarını not eden beşir fuat ve viyana sefiriyken ağzına havagazı hortumunu sokarak intihar eden şair sadullah paşa en bilinen örnekler. sadullah paşa'nın intiharını abdülhamit baskısına bağlayanlar da var, elçilikte âşık olduğu anna schumann'ın gayrı meşru bir çocuk doğurmasına da.
ziya gökalp de kafasına bir kurşun sıkmış ama ölmemişti.
ülkesindeki kötü gidişe dayanamadığı için paris'te intihar eden iranlı yazar sadık hidayet, doğu edebiyatında intihar denilince akla gelen ilk isim.
bizimki gibi ülkelerde entelektüel intiharlarına pek fazla rastlanmamasına karşın öldürülen, hapsedilen, zulüm gören şair-yazar sayısı çok kabarık. belki de bu yüzden intihar etmeye fırsat bulamamışlardır. çünkü onların bu işi gören, yaratıcı insanları yavaş veya hızlı ölümlere iten devletleri ve toplumları vardır.
genius.
düşen bir adam kendi ağırlığını hissetmez.
evrendeki tüm gizemler arasında benim için anlaması en zor olan, insandır.
bilim insanları risk almalıdır. yoksa hiç ilerleme kaydedemezdik.
ateş, bilinç dışının derinliklerini temsil eder. dönüşümün arketipidir.
aşk kimyasal bir tepkimedir. bazen yanıp tükenir. her evlilik sonsuza dek sürecek değildir. sırf eski moda bir toplumsal sözleşme yüzünden neden hislerimizi inkar etmek zorunda kalalım? bilimin tüm kurallarını ve geleneklerini kabul etmiyoruz. geleneksel evliliği niye kabul edelim?
hayattaki en önemli şeyin o olduğu ancak yokluğunda anlaşılıyor.
büyüdüğünde, bu dünyada bir kadın için çok az şey olduğunu anlayacaksın.
tarihteki büyük adamlar hiçbir şey yapmadıklarıyla hatırlanmaz. başka kimse harekete geçmezken harekete geçmeleriyle hatırlanırlar.
dünya tehlikeli bir yer. kötülük yapanlar yüzünden değil, öylece bakıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden.
devrimsel fikirlere karşı daima direnç olacaktır. kimileri güzel bir kanıt görür, kimileri şiddetli bir inkar.
evrenin gizemlerini keşfetme hayalleri kuran genç bir yahudiyken çok sayıda ilham verici öğretmenim olduğu için şanslıydım. şey, açıkçası, öğretmenlerimin çoğu büyüyünce bir baltaya sap olamayacağımı düşünüyordu.
bazıları kendimizi farklı tanımlamamızı tehlikeli buluyor. "araya karışın." diyorlar. "göze çarpmayın." "otoriteyi sorgulamayın." bence şüphe verici şekilde eski sıkıcı öğretmenlerim gibi konuşuyorlar.
siyonizm, komünizm, bunlar endişelenmeniz gereken tehditler değil. sizi titretmesi gereken şey faşizmdir.
evrendeki tüm gizemler arasında benim için anlaması en zor olan, insandır.
bilim insanları risk almalıdır. yoksa hiç ilerleme kaydedemezdik.
ateş, bilinç dışının derinliklerini temsil eder. dönüşümün arketipidir.
aşk kimyasal bir tepkimedir. bazen yanıp tükenir. her evlilik sonsuza dek sürecek değildir. sırf eski moda bir toplumsal sözleşme yüzünden neden hislerimizi inkar etmek zorunda kalalım? bilimin tüm kurallarını ve geleneklerini kabul etmiyoruz. geleneksel evliliği niye kabul edelim?
hayattaki en önemli şeyin o olduğu ancak yokluğunda anlaşılıyor.
büyüdüğünde, bu dünyada bir kadın için çok az şey olduğunu anlayacaksın.
tarihteki büyük adamlar hiçbir şey yapmadıklarıyla hatırlanmaz. başka kimse harekete geçmezken harekete geçmeleriyle hatırlanırlar.
dünya tehlikeli bir yer. kötülük yapanlar yüzünden değil, öylece bakıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden.
devrimsel fikirlere karşı daima direnç olacaktır. kimileri güzel bir kanıt görür, kimileri şiddetli bir inkar.
evrenin gizemlerini keşfetme hayalleri kuran genç bir yahudiyken çok sayıda ilham verici öğretmenim olduğu için şanslıydım. şey, açıkçası, öğretmenlerimin çoğu büyüyünce bir baltaya sap olamayacağımı düşünüyordu.
bazıları kendimizi farklı tanımlamamızı tehlikeli buluyor. "araya karışın." diyorlar. "göze çarpmayın." "otoriteyi sorgulamayın." bence şüphe verici şekilde eski sıkıcı öğretmenlerim gibi konuşuyorlar.
siyonizm, komünizm, bunlar endişelenmeniz gereken tehditler değil. sizi titretmesi gereken şey faşizmdir.
12.11.2017
y faktörü
lale müldür
o bana suda bir şey aramakta
yardım etti. yaşamımdaki
saklanmış şey bulundu
bir inci kolye dizdim
kadın olmanın anlamını düşündüm
onun için elinde çam dalı
tutan bir gelin olmak isterdim
yok aşk değil, uyuşmak, anlaşmak
bütün o boktan şeyler değil
yok yok aşk değil, aşk hiç değil
onun bir sözcüğüyle yaşamımda
yer alan her şeyi çöpe atmak isterdim
gelgelelim aşk değil bu, aşk hiç değil
bir şey arayan bir kadının aradığı şeyle
karşılaştığında kendine iskambillerden
kurduğu bir hayatın yıkılması gibi
bir şey bu. doppler etkisi
ona yaklaşarak yok oldum
yaşamımdaki y-faktörü yok oldu
yok aşk değil bu, aşk hiç değil
beta ışınına dönüşmek belki
ama aşk değil
hep böyle kaybederek mi
galip oluyor o
hep böyle umarsızca
kendini silerek
hiçbir şey beklemediği için mi
benden, her şeyimi vermek
istiyorum ona
yoksa benden daha çok
üzülmesi mi eski yaralarıma
ama kaldı mı böyle kişiler şimdi
ben mi yapıyorum kafamda yanılsama
tende kalan bir parıltı belki
aradığım şeyi bulduğumda
karşıma çıkan eter
hep o aradığım gizemli pürlük
tadzio
nasıl tanımam onu karşıma
çıkarıldığında
nasıl asetonlamam beynimi
nasıl çam yeşili bir eter ve etera
gözlerini hep ayak uçlarına
dikip durduğunda
belki tadzio da değil o
belki başka bir şey
gizli tutulması gereken bir şey
ama nasıl nasıl tanımam onu
karşıma çıkarıldığında
enerjiye bağlanınca
rastlantılar derin bir anlam
kazanıyor: esrarengiz peru
yazmalarının 9 sezgisinden
ikincisi söylüyor bunu
gözlerimi kapadığımda
nasıl bir sitar ve eter ve etera
yok yok aşk değil bu, aşk hiç değil
saf olana duyulan çılgın bir tutku bu
kuğu sürülerine duyduğum özlem
yüreğime eldiven gibi
geçen bir şey
eskiden önemsediğim ne varsa
şiirim, dostlarım hatta gururum
hepsi iskambil kağıtları gibi
yıkılıyor
ve belki de ben ilk kez aşık oluyorum
11.11.2017
politika
cenap şahabettin
politikanın en görünür hedefi, maliye lokantasında bol ziyafettir.
yüksek makamlar, yüksek tepeler gibidir; koşarak çıkanlar, nefes darlığı duyarlar.
gerçekten becerikli politikacı, düşmanlarını bile kendi yanında kullanmanın yolunu bulur.
tarihe dikkat ediniz, her "büyük hükümdar" dedikleri zorba bir hükümdardır.
bugünkü siyasette bir kâr yolu görmek ister misiniz? gözünüze gözlük değil, belinize kılıç takınız.
gariptir ki baskı yönetimi ancak tutsak ruhlu yaratıklara tatlı gelir.
lafla peynir gemisi yürümez ama siyaset gemisi haydi haydi.
politikada iyilik ve kötülük bir zafer ve yenildi sorunudur. girişiminde başarılı olan her yönetim, üstünlüğünü kanıtlamış olur.
yüksel oğlum yüksel! çıkmak için başvurduğun merdiveni soran bulunmaz.
kötüye kullanmaya elverişli olmayan yasa yoktur. eğer uygulayacaklarda kötüye kullanma isteği varsa yasa değişmekle kötüye kullanmanın ancak biçimi değişir.
güçlülerin değil zayıfların zulmünden iğrenirim.
doğduğumdan beri işitirim: "bu böyle süremez!" derler. oysaki pek güzel sürdü, sürüyor ve kim bilir daha ne kadar sürecek.
politikanın en görünür hedefi, maliye lokantasında bol ziyafettir.
yüksek makamlar, yüksek tepeler gibidir; koşarak çıkanlar, nefes darlığı duyarlar.
gerçekten becerikli politikacı, düşmanlarını bile kendi yanında kullanmanın yolunu bulur.
tarihe dikkat ediniz, her "büyük hükümdar" dedikleri zorba bir hükümdardır.
bugünkü siyasette bir kâr yolu görmek ister misiniz? gözünüze gözlük değil, belinize kılıç takınız.
gariptir ki baskı yönetimi ancak tutsak ruhlu yaratıklara tatlı gelir.
lafla peynir gemisi yürümez ama siyaset gemisi haydi haydi.
politikada iyilik ve kötülük bir zafer ve yenildi sorunudur. girişiminde başarılı olan her yönetim, üstünlüğünü kanıtlamış olur.
yüksel oğlum yüksel! çıkmak için başvurduğun merdiveni soran bulunmaz.
kötüye kullanmaya elverişli olmayan yasa yoktur. eğer uygulayacaklarda kötüye kullanma isteği varsa yasa değişmekle kötüye kullanmanın ancak biçimi değişir.
güçlülerin değil zayıfların zulmünden iğrenirim.
doğduğumdan beri işitirim: "bu böyle süremez!" derler. oysaki pek güzel sürdü, sürüyor ve kim bilir daha ne kadar sürecek.
faşizm
bertrand russell
milliyetçilik, insanoğlunun şimdiye dek karşılaştığı tehlikelerin en büyüğüdür.
milliyetçilikten söz ettiğim kitaplarımdan birinde şunu yazmıştım: "bir ulus vardır ki öbürlerinin iddia ettiği bütün üstün nitelikleri kendinde toplamıştır. benim okuyucumun ulusudur işte bu ulus." bir polonyalı bana gönderdiği bir mektupta şöyle diyor: "polonya'nın üstünlüğünü kabul ettiğinizden ötürü mutluyum."
propaganda her yerde devletin elindedir. devleti ilgilendiren ise istendiği zaman öldürmeye hazır olmanızdır.
şu veya bu şeye aşırı bir önem veren ve geri kalan her şeyi hafif bulan adama ben dar görüşlü derim. insanlık tarihinin hemen her anında, dünyanın hemen her kesiminde toplumların yakalandığı akıl hastalıklarından biridir bu. bir partiye giren herkes, öteki partilere bağlı olanların yanlış yolda olduğunu sanır.
milliyetçilik, insanoğlunun şimdiye dek karşılaştığı tehlikelerin en büyüğüdür.
milliyetçilikten söz ettiğim kitaplarımdan birinde şunu yazmıştım: "bir ulus vardır ki öbürlerinin iddia ettiği bütün üstün nitelikleri kendinde toplamıştır. benim okuyucumun ulusudur işte bu ulus." bir polonyalı bana gönderdiği bir mektupta şöyle diyor: "polonya'nın üstünlüğünü kabul ettiğinizden ötürü mutluyum."
propaganda her yerde devletin elindedir. devleti ilgilendiren ise istendiği zaman öldürmeye hazır olmanızdır.
şu veya bu şeye aşırı bir önem veren ve geri kalan her şeyi hafif bulan adama ben dar görüşlü derim. insanlık tarihinin hemen her anında, dünyanın hemen her kesiminde toplumların yakalandığı akıl hastalıklarından biridir bu. bir partiye giren herkes, öteki partilere bağlı olanların yanlış yolda olduğunu sanır.
aşk
nabizade nazım
duyguların kendi akışı önüne set çekilemez.
düşünce, ihtimallerin yürüyüş alanının köşesini bucağını araştıra araştıra gerisinden gelmekte olan sevdaya emin bir yol açar. bu yürüyüşün sonu ya bir meydan muharebesi ya bir istirahattir. sevda muharebesi pek müthiş, pek acıklıdır. istirahatinde de emniyet aramamalıdır; emniyet hizmetleri, ne derece tedbirli ve uyanık olarak yerine getirilse de.
sevmek, sevilmek! işte şu dünyada insanın biraz yüzünü güldüren saadet bu nimetten ibarettir.
duyguların kendi akışı önüne set çekilemez.
düşünce, ihtimallerin yürüyüş alanının köşesini bucağını araştıra araştıra gerisinden gelmekte olan sevdaya emin bir yol açar. bu yürüyüşün sonu ya bir meydan muharebesi ya bir istirahattir. sevda muharebesi pek müthiş, pek acıklıdır. istirahatinde de emniyet aramamalıdır; emniyet hizmetleri, ne derece tedbirli ve uyanık olarak yerine getirilse de.
sevmek, sevilmek! işte şu dünyada insanın biraz yüzünü güldüren saadet bu nimetten ibarettir.
kuzeye göç mevsimi
tayeb salih
dünyada zinadan daha zevkli bir şey yok.
eğer bir tanrı varsa eminim kalbini açarak ulaştığı mutluluğa engel olamayan bir kadının telaşına sempatiyle bakacaktır; bu, düzenin bozulması ve bir kocanın gururunun çiğnenmesi anlamına gelse de.
eğer kocam bacaklarımın arasındayken otlaktaki hayvanları korkutacak kadar çığlık atmıyorsam boşanırım.
günah dedikleri şey seni sarmalayan zevkten başka bir şey değil.
nasıl istersen öyle yap. git ya da kal, sen bilirsin. bu senin hayatın ve ne yapmak istediğine ancak sen karar verebilirsin.
her kadının derinliklerinde durgun bir gölcük vardır.
hayatlarının monotonluğu yüzünden köydekiler her mutlu olayı, ne kadar küçük olursa olsun, bir tür düğüne çevirirler.
bir ağaç sadelikle büyür.
artık sıradan insanların ağızlarından çıkan bilgeliğin bütün o kurtuluş umudumuzdan kaynaklandığını şöyle böyle biliyorum.
dünya çocukluğun bitmeyen halleridir.
her gün binlerce insan hayatını kaybediyor. hayata ara verip her birinin neden ve nasıl öldüğünü düşünürsek bize, yaşama ne olur?
kadınlar ve çocuklar yeryüzündeki yaşamı güzelleştirenlerdir.
hayat böyle: her zaman almak istemeyene veriyor.
şiddet kullanımı insanın yüzünde gözden kaçmayacak kadar büyük izler bırakır.
bu dünyada böyle geçiriyoruz günlerimizi. allah öteki dünyada bizi bildiği gibi yapsın.
dünyada zinadan daha zevkli bir şey yok.
eğer bir tanrı varsa eminim kalbini açarak ulaştığı mutluluğa engel olamayan bir kadının telaşına sempatiyle bakacaktır; bu, düzenin bozulması ve bir kocanın gururunun çiğnenmesi anlamına gelse de.
eğer kocam bacaklarımın arasındayken otlaktaki hayvanları korkutacak kadar çığlık atmıyorsam boşanırım.
günah dedikleri şey seni sarmalayan zevkten başka bir şey değil.
nasıl istersen öyle yap. git ya da kal, sen bilirsin. bu senin hayatın ve ne yapmak istediğine ancak sen karar verebilirsin.
her kadının derinliklerinde durgun bir gölcük vardır.
hayatlarının monotonluğu yüzünden köydekiler her mutlu olayı, ne kadar küçük olursa olsun, bir tür düğüne çevirirler.
bir ağaç sadelikle büyür.
artık sıradan insanların ağızlarından çıkan bilgeliğin bütün o kurtuluş umudumuzdan kaynaklandığını şöyle böyle biliyorum.
dünya çocukluğun bitmeyen halleridir.
her gün binlerce insan hayatını kaybediyor. hayata ara verip her birinin neden ve nasıl öldüğünü düşünürsek bize, yaşama ne olur?
kadınlar ve çocuklar yeryüzündeki yaşamı güzelleştirenlerdir.
hayat böyle: her zaman almak istemeyene veriyor.
şiddet kullanımı insanın yüzünde gözden kaçmayacak kadar büyük izler bırakır.
bu dünyada böyle geçiriyoruz günlerimizi. allah öteki dünyada bizi bildiği gibi yapsın.