emil cioran
bir virgül için ölünen bir dünya düşlüyorum.
belirsizlik içinde sürüklenirken en ufak kedere bile bir cankurtaran simidi gibi yapışırım.
modern olmak, devasızlık içinde şunun bunun ucundan tutmaktır.
ileride biyografisini yazacak birinin çıkması ihtimalinin, kimseyi bir hayatı olmaktan vazgeçirmemiş olması inanılmazdır.
aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi sakınınız; vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır.
neredeyse bütün eserler taklit parıltılarıyla, ezbere ürpertiler ve yağmalanmış vecdlerle hazırlanmıştır.
taocu bir metnin "büyük yatakhane" diye adlandırdığı bu evrende kabus, zihin açıklığı için tek yoldur.
karanlık ruhunuzda size berraklık musallat oluyorsa edebiyatla uğraşmayın. arkanızda sadece anlaşılır iç çekişler, kendiniz olmayı reddedişinizin zavallı kırıntılarını bırakırsınız.
fikirlere bunca yürek temizliğiyle inanmamız, onları tasarlayanların memeli olduğunu unutmamızdandır.
büyük adamların gündelik hayatı tahayyül edilmeye çalışıldığında duyulan o tedirginlik. öğleden sonra saat ikiye doğru, sokrates ne yapardı dersiniz?
"gözleri içine düşmüş kırık bir kukla gibiyim." bir akıl hastasının bu lafı, içebakış üzerine olan eserlerin tamamından ağır basar.
"bir tek hakiki olan sevilmeye değerdir."
utançlarımızı tasfiye ettiğimiz ölçüde maskelerimizi atarız. oyunumuzun bittiği gün gelir: artık utanç yoktur, maske yoktur. seyirci de yoktur. sırlarımıza, çilelerimizin canlılığına gereğinden fazla güvenmişizdir.
don kişot, bir uygarlığın gençliğini temsil eder: kendine olaylar icat ediyordu; bizse üzerimize gelen olayların elinden nasıl kurtulacağımızı bilemiyoruz.