31.05.2018

uzun lafın kısası

carl sagan: dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.

lawrence durrell: doğanın, o büyük aristokratın amaçladığı şey, yüce azınlığın azami mutluluğudur. zavallı sol eğilimli, boşa kürek çeken sosyalist sürü.

lamartine: siyasal özgürlük duygusu, imkan sahibi insanların bu özlemi, halkın içine kadar işlemez.

thomas gray: cehaletin esenlik getirdiği yerde zeki olmak budalalıktır.

winston churchill: demokrasinin mümkün bütün sistemlerin en kötüsü olduğu doğrudur; sorun, başka hiçbir sistemin ondan daha iyi olmayacak oluşudur.

"insanın gerçek düşmanı, yanlış yönlendirdiği bilincidir." (bhagavadgita)

marquis de sade: dünyanın neresinde olursa olsun namus ve geleneklere en çok bağlı gibi görünen yerler her zaman için en fazla ahlaksızlığın olduğu yerlerdir.

buddha: bu dünyada kötülüğün tek kaynağı cehalettir.

raoul vaneigem: tanrı ve onun değişik biçimleri sakatlanmış bir bedenin fantasmalarından başka bir şey asla değildir.

slavoj zizek: basitliği içinde her şeyi içeren bu gece, bu boş hiçliktir insan -hiçbiri aklına gelmeyen ya da mevcut olmayan bitmek bilmez bir temsiller, imgeler zenginliği.

andre malraux: hangi yazar söylemiş bilmiyorum şu sözü: "eski bir mezarlık gibi ölülerle doluyum, tıklım tıklım."

30.05.2018

hannibal

sadece öldürmek için öldüren tek canlı insandır.

kendi öfkesine cevap verebilen bir insandan daha vahşi bir hayvan yoktur.

başından geçenlere alışmak gibisi yoktur.

eğer söz konusu olan düşünce, kişinin kültüründe, alt kültüründe ya da ailesinde normal olarak kabul ediliyorsa o kişi kuruntulu değildir.

hepimiz sahip olamayacağımız şeyleri isteriz.

esir bağı. yeni efendiye gösterilen pasif psikolojik tepki milyonlarca yıldır sağ kalmanın anahtarı olarak kullanılmıştır. seni esir alana bağlanırsan hayatta kalırsın. bağlanmazsan kahvaltılık niyetine gidersin.

psikolojik travma güçsüzlerin felaketidir.

sosyopatik davranışın ilk ve en kötü belirtisi hayvanlara eziyet etmektir.

dramatik şeylere yeteneği olan bir sarhoş bile kendini tanrı olduğuna ikna edebilir. ya da "kertenkele kral" olduğuna. tanrı'yı oynamanın başka avantajları da vardır. onlardan birisi de her zaman yalnız olmaktır.

algı, iki ucu keskin bir araçtır.

bazı mesleklerin mensupları daha çok psikopatlık eğilimi taşır: ceo'lar, avukatlar, din adamları, cerrahlar, gazeteciler, güvenlik güçleri.

kendi kafandan çıkamıyorken başka biriyle olmak epeyce zordur.

28.05.2018

şifre

jorge luis borges



cennetten önceki hangi adem'in
hangi açıklanamaz tanrısal gücün
kırık bir aynasıyız biz insanlar

her gece aynı korkulu rüya
her gece dehlizin katılığında
devinimsiz bir aynanın yorgunuyum ben
ya da bir müze tozunun
yalnızca bekliyorum tatsız bir şeyi
bir armağanı, gölgeden bir altını
ölüm denen bakireyi

biliyorum insana yasak olan cennetlerin
yitik cennetler olduğunu

daha iyidir başkalarını düşünmek
kapıyı çalınca ölüm

tek bir eylem yoktur tehlikeye koşmayan
büyünün eylemi olmaktan
tek bir eylem yoktur
sonsuz bir dizinin ilki olmayan

acımasızdır yazgı
ve tanrının gecesi sonsuzdur
elindeki zamandır, bitmeyen
zaman. yapayalnız kalmış her ansın sen

gökyüzü boşa değişir durur. herkesin
payına düşen yolculuk önceden belirlenmiştir

27.05.2018

kutsalın sonu

raoul vaneigem

yaşamı, kendi yolundan saparak içine hapsolduğu kötücül inkârlardan kurtarmanın vakti geldi. kutsalla işimizi bitirmek istiyoruz. kutsallık barbarlığın sığınağıdır. "bu adamı öldürebilirsin; çünkü kutsala hakaret etti, çünkü heretik sapkınlığa düştü, çünkü o bir dönek, çünkü bizim gibi düşünmüyor." ister dini olsun ister ideolojik, bütün dogmaların taşıyıcısı olduğu cinayete teşvik budur.

d'holbach'ın saptadığı gibi, "papazlar, vaizler, hahamlar ve imamlar ne zamanki kendilerinin yalanlanma tehlikesi ortaya çıksa yanılmazlıktan yararlanırlar."; ama rahatlıkla ezme imkanı ellerinden alındığında da yumuşak, dalkavuk ve uzlaşmacı görünmekte gayet başarılı olduklarını unutmayalım. eline iktidar geçiren her din köktencidir.

devleti islam'a bırakın, talibanlarınız ve şeriat olur; papalık totalitarizmine izin verin, engizisyon yeniden doğar; öldürücü doğum oranı artışı ve sansür görülür, kutsallığa hakaret suçuna mahkumiyetler ortaya çıkar.

hahamları kabul ettiğinizde, goyim'lere karşı ibrani dininin eski aforozunun yayıldığını işiteceksiniz: "kemikleri çürüsün!" luther'e hayran mısınız? onun yahudilere ve yalanlarına karşı risalesini okuyun: "bizde ve topraklarımız üzerinde yahudilerin tanrı'ya övgüler yağdırması, dua etmesi, eğitim vermesi, ilahiler okuması yasaklansın." jacques gruet'nin ve miguel servet'nin katili, cenevre diktatörü, tanrı aşkı adına aşkı küçümseyen, polisiye baskının vahşetiyle suçu sağlamlaştıran etik arınmanın kusursuz örneği aşağılık calvin'i hatırlayın. avrupa'da demokratlık oynayan, abd'de darwin'in okunmasını yasaklayan protestanı düşünün. yoksullara merhamet gösteren budizmin bu yoksulluğun kökünü kazımak yerine onu beslediğini unutmayın.

"tanrı sevgidir." demek müminlerin pek hoşuna gider. "tanrı öldürmeyi sever." der shakespeare kral lear'da. allah-ü ekber!

bununla birlikte, tekrarlamak gerekir ki, dinlerin kökten insanlık dışılığından bizleri kurtaracak olan şey baskının çizmeleri değildir.

dini bastırarak yok etmeyi düşünmüş olanların tek başardıkları şey onu yeniden canlandırmaktır; çünkü din kendi küllerinden doğan en yetkin baskı anlayışıdır. din cesetlerden beslenir ve kemikleri attığı çukurlarda birbirine karışmış olan yaşayanlarla ölülerin inanç şehitleri mi yoksa hoşgörüsüzlüğünün kurbanları mı olduğunun onun için pek önemi yoktur.

ailevi fanatizmin korkusuyla ya da sersemleştirilerek çarşaf giyen genç kızları aşk içinde serpilip gelişmeye bırakırsanız, kadın üzerindeki baskının iğrenç işaretlerini kaldırıp attıklarını ve allah'ın son dayanağı olan bu gülünç erkek egemenliğini geçersiz kıldıklarını göreceksiniz. 1848 pers'inde kadınların çador'dan kurtulması ve erkek zorbalığından özgürleşmesi için çağrı yapan şair kurretülayn'ın tavrının patriarkal rejimlerde örnek olması için, onların özgürlük iradeleriyle dayanışma içinde olmak gerekir.

kimsenin bir dine ibadet etmesi ya da bir inanca uyması engellenmesin; ama bunu başkalarına dayatmayı, özellikle çocukları zehirlemeyi aklından geçirmesinler. bir gelenek ve bir ritüel adına barbarlığa, kadın ve erkek sünnetinin sakatlayıcılığına, hayvanların dini amaçlarla öldürülmesine hiçbir şey izin vermesin.

kutsalın sonu, bütün inançlara ve bütün fikirlere, en sapkınlarına, en aptalcalarına, en iğrençlerine, en cahilcelerine bile mutlak hoşgörüyü gerektirir; ama şu kesin koşulla ki, tek tek kanaatler halinde kalmalı, ne çocuklara ne de bunları kabul etmek istemeyenlere dayatılmalıdır.

kutsalın sonu bütün inançların, bütün dinlerin, bütün ideolojilerin, bütün kavramsal sistemlerin, bütün düşüncelerin eleştirilme, alaya alınma, gülünç düşürülme hakkını içerir. bütün tanrıları, bütün mesihleri, peygamberleri, papaları, ortodoks papazları, hahamları, buddha papazlarını, protestan papazlarını ve diğer guruları aşağılama, onlara hakaret etme hakkı demektir.

kutsalın sonu, insanın gerçekleşmesine düşman bütün uygulamaların, çocuklar, kadınlar, erkekler, fauna, flora ve çevre karşısında uygulanan her türlü barbarlığın ortadan kaldırılması hakkıdır. kutsal kitap yoktur. "bir kutsal kitap açıklaması onu tamamen sıradan bir yere yerleştirebiliyorsa, bu en iyi açıklamadır; eğer eğitimimiz, dizginsiz saflığımız ve günümüzdeki soru sorma tarzımız engellemeseydi uzun süredir zaten böyle olurdu." diye saptamaktadır lichtenberg.

bütün mitolojiler birbiriyle eşdeğerdir. yunan diniyle offenbach tarzında ince ince alay edebilirken, hristiyan, ibrani, islam ya da budist mitolojisinin kişilerini aynı mizahla ele almaya niçin izin verilmediğini anlamak mümkün değildir. kutsal yer yoktur. bizi yok eden şeyi yok etmenin en iyi yolu, onu canlının yaratıcı gücüne terk etmektir. bunca uzun süredir karanlığa boğan anıtları oyun yoluyla yeniden kullanıma kazandırmak, kiliseleri, tapınakları, katedralleri, sinagogları, camileri; kreşlere, yeşil evlere, şenlik salonlarına, tiyatrolara, operalara, havuzlara, labirentlere, bahçelere, seralara, oyun alanlarına, müzelere, lojmanlara, kütüphanelere, buluşma ve eğitim merkezlerine, sanatçı ve zanaatkâr atölyelerine, restoranlara, birahanelere, meyhanelere, tavernalara dönüştürme fırsatını yalnızca bu güç verecektir.

her şeye gülmeyi öğrenmek istiyoruz; çünkü insanlıktan çıkmış varlığın sırıtmasındansa, nihayet kendi insanlığını keşfeden insanın özelliği olan bir gülmeyi tercih ediyoruz. bütün görüşlere hoşgörü, insanlık dışı her edime hoşgörüsüzlük!

tanrı hayaleti denen insanın bu sahtesini hayal mahsulleri müzesine terk etmenin tek bir yolu vardır; bu da, çalışma zorunluluğunun çok uzun süredir yabancı kıldığı yaşama iradesini bedene geri vermektir. dinin aşılmasını sağlayacak olan tek şey canlıya duyulan özlemdir, din duygusunun beslediği -bütün barbarlıkların kaynağı olan- bu sakatlanmayı insan duyarlılığına maruz bırakmayı önleyecek olan tek şey canlının bilincidir.

dini kendimizden söküp atmadan toplumdan atamayız. alçaklığı kendi yaşamımızdan sürgün etmeden, dinselliğin, kutsalın, kurban etmenin, ritüelin, suçluluk duygusunun, ölüm refleksinin, haz korkusu ve hazdan nefretin gündelik yaşamdaki varlığını ortadan kaldırmadan dini sona erdiremeyiz.

tanrı ve onun değişik biçimleri sakatlanmış bir bedenin fantasmalarından başka bir şey asla değildir. mutluluk özlemine karşı çıkın, hatta basitçe zorlayın; geçmişin hayaletlerinin cenaze korteji içinde bu tanrıların yeniden doğduğunu görürsünüz.

yoksulluklarını, hastalıklı hallerini, sakatlıklarını ve bağımlılıklarını bir soyluluk unvanı gibi üzerlerine geçirip ağlayıp sızlayan insanlar var oldukça din virüsü yeniden ortaya çıkacaktır.

26.05.2018

çizgi

özdemir asaf


kendimi sileceksem, bilirim sende varım
senin ben yarısıyla seni ben tamamlarım
seni sende bütünler, sana sende inanır
seni sende silerim, seni bende yazarım

24.05.2018

paranoya

stephen grosz

çoğumuz, belki de hepimiz bir kez olsun usdışı fantezilere kapılmışızdır. ama onların varlığını ender olarak kabulleniriz -eşlerimize, yakın arkadaşlarımıza bile anlatamayız. onlardan söz etmek zor, hatta olanaksızdır. ne anlama geldiklerini, hakkımızda ne söylediklerini bilmeyiz. kendimizi mi yitiriyoruzdur? bir an için deliriyor olmamız mümkün müdür?

paranoid fantezileri normal zihinsel yaşamın parçası olarak açıklayan birçok psikoloji kuramı var. bunlardan biri, paranoyanın bazı saldırgan duygulardan kurtulmamızı sağladığını söyler. öfke bilinçdışı yansıtılır: "ona zarar vermek istemiyorum; aslında o bana zarar vermek istiyor."

bir başka teori, paranoya aracılığıyla istenmeyen cinsel duygularımızı reddettiğimizi öne sürer: "onu sevmiyorum, ondan nefret ediyorum; o da benden nefret ediyor." bu açıklamaların ikisi de doğru olabilir ama ikisi de tam anlamıyla yeterli görünmüyor.

herkes paranoid belirtiler sergileyebilir -mantık dışı ihanet edilme, alay edilme, istismara uğrama ya da zarar görme fantezileri geliştirebilir- fakat güvensiz, bağlantısız, yalnız hissediyorsak paranoid fantezilere kapılma eğilimimiz artar. paranoid fanteziler, her şeyden önce duyarsızlık ve aldırışsızlıkla karşılandığımız duygusuna verdiğimiz tepkidir.

bir başka deyişle, paranoid fanteziler rahatsızlık vericidir fakat savunma mekanizmamızın ürünüdürler. bizi daha korkunç bir duygusal durumdan korurlar -kimsenin bizimle ilgilenmediği, kimsenin umurunda olmadığımız duygusundan. "şu şu kişi bana ihanet etti" düşüncesi, bizi daha acı verici olan "kimse beni düşünmüyor" düşüncesinden korur. askerler arasında paranoyanın yaygın olmasının nedenlerinden biri budur.

birinci dünya savaşı'nda, siperlerdeki ingiliz askerleri, ingiliz savunma hattının arkasında tarlalarını sürmeye devam eden fransız köylülerinin gizlice alman topçularına işaret verdiğine inanıyorlardı. "büyük savaş ve modern bellek"te paul fussell, köylülerin alman toplarını ingiliz mevzilerine yönelttiğine bütün kalpleriyle inanan askerleri anlatır. şöyle yazar fussell: "cephedeki askerlerin sarsılmaz inancına rağmen, iki savaşta da mevzilerin arkasında kalan topraklardaki fransa, belçika, alsas köylülerinin fantastik ölçüde karmaşık, ayrıntılı, incelikli ve zekice yöntemlerle uzaktaki alman topçularını yönlendirdiğine dair bir kanıt bildiğim kadarıyla bulunamadı." askerler, bir yel değirmeninin rüzgarla gelişigüzel dönen kanatlarında, iki ineğini önüne katmış tarlasında yürüyen bir adamın halinde tavrında, çamaşır asan bir hizmetçinin hareketlerinde korkunç şifreler görüyorlardı. anlaşılan, ihanete uğramak unutulmaktan daha az acı vericiydi.

ciddi bir psikolojik rahatsızlığa yakalanma olasılığı ilerleyen yaşla azalıyor fakat paranoya geliştirme olasılığı aksine artıyor. hastanede, "buradaki hemşireler beni zehirlemeye çalışıyor." diye şikayet eden yaşlı erkek ve kadınları sık sık dinledim. "gözlüğümü nereye koyduğumu unutmadım; belli ki kızım onu çaldı." "bana inanmıyorsunuz ama sizi temin ederim ki odama böcek yerleştirmişler, mektuplarımı da okuyorlar." "lütfen beni eve götürün, burada güvende değilim."

şuna hiç şüphe yok: yaşlılar aile üyeleri tarafından istismar edilebilir, kandırılabilir veya bakıcılarının kötü muamelesine maruz kalabilir. bunlar gerçekten oluyor; dolayısıyla yaşlıların korkularını dikkatle dinlemek çok önemlidir. fakat sık sık -siperlerdeki askerler gibi- yaşlılar da ölümle yüzleşirken unutulmuş hissediyorlar. bir zamanlar çekici ve önemli kişiler olan bu erkeklerle kadınlar giderek daha sık görmezden gelindiklerini fark etmeye başlıyorlar.

benim deneyimim, paranoid fantezilerin sıklıkla dünyanın umursamazlığına verilen bir yanıt olduğu yönünde. paranoid kişi, birinin kendisini düşündüğünden emindir.

23.05.2018

karanlık bir dünyada bilimin mum ışığı

carl sagan

dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.

tarihte "cadı" ve dinsizlerin işkence görerek yakılmasını eleştiren tek bir aziz yok. neden? neler olup bittiğinden habersiz miydiler? işlenmekte olan insanlık suçunun önünü alamazlar mıydı?

gerçek bilgelik sınırlarımızı bilmekte yatar. tıpkı shakespeare'in dediği gibi: "insan ki deli dolunun tekidir."

ingiliz fizikçi michael faraday, "hoşumuza giden kanıt ve görüngüleri aramaya koyulup gerisine boş vermenin dayanılmaz cazibesi"nden söz ediyor ve sürdürüyor: "bizi doğrulayanı dostça kabullenir, bize karşı çıkana da inatla direniriz; oysaki sağduyu tam tersini gerektirir."

ticari kültür, faturası tüketiciye çıkarılan yanlış yönlendirmeler ve eksik bilgilendirmelerle dolu. soru sormanız beklenmiyor. düşünmeyin. yalnızca satın alın yeter.

"kuşkunun olduğu yerde özgürlük vardır." (latin özdeyişi)

hepimizin eğilimleri vardır. herkes gibi, içinde bulunduğumuz ortamın getirdiği ön yargıları soluruz.

başlıca dinlere bir bakalım. mika'da doğru davranılması ve merhametli olunması buyruluyor; eski ahit'e göre cinayet işlenmesi yasak; museviler komşularını kendileri gibi sevmeli; incil'e göre düşmanlar sevilmeli. öte yandan bu anlamlı, güzel öğütlerin verildiği kitapların müritlerinin döktüğü kanı bir düşünün.

yalnızca kuşkucuysanız o halde hiçbir yeni görüşle tanışamazsınız. hiçbir şey öğrenemezsiniz. dünyada saçmalığın almış yürümüş olduğundan emin, huysuz, insandan kaçan yabani biri olur çıkarsınız.

değişmekte olan bir dünyada, öğretmen ve öğrencilerin birbirlerine öğretmeleri gereken temel bir beceri vardır: nasıl öğrenileceğini öğrenmek.

saflık içeren sorular, sıkıcı sorular, yanlış yapılandırılmış sorular, yetersiz, özeleştirinin ürünü sorular vardır. ama her soru, dünyayı anlamak için atılmış bir çığlıktır. aptalca soru diye bir şey yoktur.

sihir, sihirbaz ile izleyicisi arasında sözsüz varılan bir işbirliği anlaşması gerektirir. bu anlaşma, kuşkuculuğu bir yana bırakmayı ya da kimi kez inanmazlığın istemli olarak bastırılması yaklaşımını içerir. sihri anlamak ve oyunu görmek ise elbette ki anlaşmayı feshetmekle olur.

insanların güvenilir olabilmesi için de gelişmiş bir akla sahip olmaları gerekir.

eğer yalnızca kendi savlarımızdan haberdarsak onları bile tam bilmiyor sayılırız; çünkü kısa zaman sonra hayaller, düşünmeden ezberlenen, denenmemiş, sönük ve cansız doğrular haline gelir.

her kuşak, kendinden sonraki kuşakta eğitim standardının düşmesinden endişe duyar. sümer uygarlığından kalma, insanlık tarihindeki en eski metinlerden biri sayılan 4000 yıllık kısa bir deneme, gençlerin bir önceki kuşağa kıyasla çok cahil olmasından yakınıyor.

22.05.2018

anadolu

ahmed arif


beşikler vermişim nuh'a
salıncaklar, hamaklar
havva ana'n dünkü çocuk sayılır
anadoluyum ben
tanıyor musun
utanırım
utanırım fıkaralıktan
ele güne karşı çıplak
üşür fidelerim
harmanım kesat
kardeşliğin, çalışmanın
beraberliğin
atom güllerinin katmer açtığı
şairlerin, bilginlerin dünyalarında
kalmışım bir başıma
bir başıma ve uzak
biliyor musun
binlerce yıl sağılmışım
korkunç atlılarıyla parçalamışlar
nazlı, seher sabah uykularımı
hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar
haraç salmışlar üstüme
ne iskender takmışım
ne şah ne sultan
göçüp gitmişler, gölgesiz
selam etmişim dostuma
ve dayatmışım
görüyor musun
nasıl severim bir bilsen
köroğlu'yu
karayılanı
meçhul askeri
sonra pir sultanı ve bedrettini
sonra kalem yazmaz
bir nice sevda
bir bilsen
onlar beni nasıl severdi
bir bilsen, urfa'da kurşun atanı
minareden, barikattan
selvi dalından
ölüme nasıl gülerdi
bilmeni mutlak isterim
duyuyor musun
öyle yıkma kendini
öyle mahzun, öyle garip
nerede olursan ol
içerde, dışarda, derste, sırada
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, diş ile
umut ile, sevda ile, düş ile
dayan, rüsva etme beni
gör, nasıl yeniden yaratılırım
namuslu, genç ellerinle
kızlarım
oğullarım var gelecekte
herbiri vazgeçilmez cihan parçası
kaç bin yıllık hasretimin koncası
gözlerinden
gözlerinden öperim
bir umudum sende
anlıyor musun

intihar

murathan mungan



hiçbir uygarlığın ışık düzeni büyük çöküşü aydınlatamıyor
dünya yeni bir gezegen olacak nerdeyse
insanlık mars'ın yüzeyinden bildirdiğini
şemdinli'den hakkari'den bildiremiyor

hayat gün günden toplu intihar
her devlet büyük kundaklama

çalışır durumda sınıf sayaçları
krizden yapılma bütün dinlerimiz
çıkış kapısına yığılmış milyarlarca insanla
herkese yabancı bir gezegen artık dünya
yok olmak ve yok etmek için sıraya giriniz

21.05.2018

bir delinin anıları

gustave flaubert

hayatım olgular değildir; hayatım, düşüncemdir.

sosyete bana her zaman sahte ve çın çın, ve çıngırakla kaplı, sıkıcı ve yapmacık gelmiştir.

on yaşıma girer girmez ortaokula gittim ve orada, erken zamanda, insanlara karşı derin bir iğrenme hissi kaptım. bu çocuk cemiyeti, kendi kurbanlarına karşı, diğer küçük cemiyetin, erkekler cemiyetinin olduğu kadar gaddar.

gençlik, dünyayı sağlıklı şekilde değerlendiren kişilerin ağzında, aynı anlama gelen kelimelerle, delilik ve hülyalar, şiir ve aptallık çağı.

her bir kişi yazgının onu lanetlediği yükten şikayet eder; bazıları bu yükü varoluş sona ermeden üstlerinden atarlar, bazı diğerleri de sonuna kadar taşırlar.

şayet dünya üstünde ve bütün hiçlikler içinde tapınılacak bir tek inanış varsa; şayet aziz, saf, yüce bir şey varsa; sonsuzluğa ve belirsize karşı hissedilen o ölçüsüz arzuya, ruh adını verdiğimiz o arzuya giden bir şey varsa; o da sanattır.

kuşku, ruhlar için ölümdür; eskimiş ırklara bulaşan bir vebadır, bilimden gelen ve deliliğe sürükleyen bir hastalıktır. delilik mantığın kuşkusudur; hatta belki mantığın kendisidir.

tutumunu belirlemek için seni yönlendirecek ilkelerden bağımsız mısın bakalım? eğitimini sen mi yönetiyorsun? mutlu veya üzgün, veremli veya gürbüz, şefkatli veya hain, ahlaklı veya kötücül bir kişilikle doğmayı isteyen sen miydin?

seni yetiştirirken, kız kardeşini veya anneni tensel bir aşkla sevmekten uzak durmanı söylecekler; oysaki bütün insanlar gibi sen de bir ensestten üredin. zira ilk erkek ve ilk kadın ve onların çocukları, kız ve erkek kardeşlerdi.

kalp öyle bir dünyadır ki, insanı altüst eden, deşen ve yeniden işleyen her tutku, bunu önceki tutkuların kalıntılarının üstünde yapar.

insan, dehası ve sanatıyla, daha yüksek bir şeyi taklit eden sefil bir maymundan başka bir şey değil.

20.05.2018

çevirmen

salah birsel

halit carım, la pensée turque adında fransızca bir gazete çıkaracaktır. yazıları türkçeden fransızcaya çevirecek her iki dili de bilen birine gerek duyar. biri, reşat nuri darago'yu salık verir. bu işi ondan iyi yapacak yoktur. mektup yazılır. iki gün sonra reşat nuri çıkagelir ve hemen de işe başlar. bir hafta, iki hafta, üç hafta. sonunda gazetede çalışanın darago değil, güntekin olduğu anlaşılır. ama halit carım, güntekin'in işinden o kadar memnun kalmıştır ki, bu mutlu yanlışlığa şükretmekten başka bir şey yapmaz.

19.05.2018

juliette: erdemsizliğe övgü

marquis de sade

dünyanın neresinde olursa olsun namus ve geleneklere en çok bağlı gibi görünen yerler her zaman için en fazla ahlaksızlığın olduğu yerlerdir.

en utanç verici olan her zaman için en çekici olandır.

alt tabakanın can sıkıcı sorunları doğanın bize verdiği gücü yok etmeye çalışır. doğa kimseyi eşit dizayn etmemiştir, insanlar güçleri ve doğal yetenekleriyle birbirlerinden farklılıklar gösterirler.

komşunun kötü durumu için gözyaşı döküyorsan, bunu yaptığın için önce kendi zayıflığına ağlasan daha doğru olur.

fakirlerin gerçeği fakir kalmaktır; insanlar onlara acıyarak ve yardım ederek, onları kurtarmaya çalışarak doğanın kurallarını çiğnemektedirler.

diğer insanların aptalca acılarını paylaşıyor olmak sana mutsuzluk getirecektir; bu yüzden kendini üzüntüden uzak tut.

şans zenginlerin oyuncağıdır, doğa kanunları bunu bu şekilde uygular; zayıf olanlar bunu yaşamak zorundadır. evrene bir bak, kanunların işleyişine bak: zorbalık ve adaletsizlik, düzensizliğin ilkeleridir, esas kurallar ise bu düzensizliktedir.

mutluluk dönek ve uzun sürmeyen bir aldatmacadır.

insanların ne zaman biraz cesaretleri olsa sonunda ayaklarından zincirlenip zindana kapatılırlar.

mutluluk kötü ya da erdemli olmak değildir, birey olarak birini seçebilmek ve onun ardından gidebilmektir.

18.05.2018

güzellik

odisseus elitis


ah güzellik hiçbir zaman büsbütün bana verilmemiş de olsan
başardım senden gizlice bir şey çalmayı. diyorum ki
bir gözbebeğinin yeşili bu
aşka ilk giren ve öteki o altın renkli olan da
nereye koyarsan koy, temmuzdur o
asılın küreklere ey siz ağır iş düşkünleri
mümkün değil beni götürmeniz
başkalarının gittikleri yere
hiçbir yere ait olmamak için doğmuşum ben
gökyüzü benim tımarım
yeniden yerleşmek istediğim yer orası
haklarımın gereğince. rüzgar da öyle söylüyor
mucize çocukken çiçektir büyüyünce ölüm

ve bu arada, uzaklarda, hâlâ dönüyor olacak yeryüzü
denizlerinde kaybolmuş kara ve boş bir tekneyle

sağcı zihniyet

uğur mumcu

demokratik bir toplum için en büyük tehlike yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlılığını yitirmesidir. yaşadığımız olaylar, demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar.

her ülkede, her dönemde, ayrıcalıklı kesimlerin "bekçi köpeği" olmaya alışık "eşkıya" bulunur. bunlar, karanlık merkezlerden emir alıp arı kovanlarına çomak sokanları ısırmaya çalışırlar.

çağdışı politikacıların kör belleklerine şu gerçeği bir türlü sokamadık: sosyal olaylar birer "zabıta vakası" değildir. toplum içindeki çatışmalar, bu toplumun temellerini oluşturan ekonomik ve siyasal temellerden doğmaktadır. olaylara sadece ceza yasası penceresinden bakıp "onu da atın içeri. bunu da atın içeri. öbürünün sesini kesin!" gibi "zabıta tedbirleri" ile halkın uyanışını önleyebilmiş bir iktidarı, dünya tarihi şimdiye kadar kaydetmemiştir. insanların beyinlerinde ve yüreklerinde oluşan bilinç ve duygu nehirleri, yüzyıllardır karanlık köprüleri fırlatıp atmakta ve çağımız aydınlık aşamasına doğru akmaktadır.

düşünceler, tehlikeli ve tehlikesiz diye ikiye ayrılmaz; aşırı olan ve aşırı olmayan düşünce ayrımı da hiçbir açıklık sağlamaz. düşünceler, ancak yanlış düşünce, doğru düşünce diye ikiye ayrılabilir. bu düşüncelerin yanlışlığı ve doğruluğuna da özgür bir toplumda ancak halk karar verebilir.

ideolojik maksat.. aşırı cereyan.. tehlikeli düşünce.. fikir suçu.. bunlar hep, ülkede emekçiden yana bir düzen isteyenler için kullanılmıştır. siz hiç sağcılıktan yargılanan bir fikir suçu gördünüz mü? görmemişsinizdir; çünkü ideolojiden yoksun olmak, fikirden de yoksun olmak demektir.

"milli birlik ve beraberlik ruhu", sağcı politikacıların kullana kullana eskitemedikleri bir kalkan gibidir. türkiye'de "milli birlik ve beraberlik ruhu", sağcı iktidarların, başta ulusal güvenlik olmak üzere ülkenin birçok sorununun halkın gözleri önünde tartışılmasını önlemek için başvurdukları bir demagoji silahıdır.

ismet inönü: bir memlekette namus erbabı en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça gerçek kurtuluş yoktur.

olağanüstü dönemde türk soluna kan kusturmuş olanların birer ikişer banka yönetim kurullarına, umumi mağazalara, özel şirketlere bol ücretle oturmaları kapitalizmin gereğidir. hepsi de aşırı akımlara karşıdır. hepsi de son bağımsız türk devletinin komünistlerin ellerine geçmemesi için kanlarının son damlasına kadar savaşmaya hazırdırlar. hepsi de marksistlerin kafalarının ezilmesi konusunda milli birlik ve beraberlik ruhu içindedir. hepsi de demokrasiye bağlıdır. onların hep birlikte korudukları, bizlerin ise değiştirmek istediğimiz düzen budur işte.

17.05.2018

graziella

alphonse de lamartine

siyasal özgürlük duygusu, imkan sahibi insanların bu özlemi, halkın içine kadar işlemez.

gençliğin ilk hayali olması, ancak yüreğin solup ruhun gücünü yitirdiği, cesaretin kırıldığı vakit yok olması; özgürlüğün, insanın kutsal ülküsü olduğunun kanıtıdır. yirmi yaşında olup da cumhuriyetçi olmayan bir tek ruh yoktur. köleleşip de yıpranmayan tek yürek yoktur.

yalnızca üzüntüyle harcanan insan hayatı geri gelmez. bir günlük gözyaşı, bir yıllık çalışmadan daha çok güç tükettirir.

insan her yerde insandır. hassas yaradılışı hep aynı içgüdüleri barındırır; ister roma'nın parthenon'unda, saint-pierre'inde olsun, ister procida'nın kayaları üzerindeki fakir bir balıkçının kayığında.

iştahın baharat eklediği ve uzuvların sapasağlam olduğu durumda, en sıradan besinler bile vücuda yeterli gelir ve onu yeniler.

adı sanı duyulmamış insanlar böyle zamanlarda ortaya çıkar, isimleriyle olduğu gibi dehalarıyla da kitleleri uyandırır, zorbalıkla mücadele eder, ulusları kurtarırlar; ardından da istikrarsız ve nankör halklar yüzünden değerini bilmeyen zamanın ve öçlerini alacak gelecek kuşaklar karşısında idam sehpasının kurbanı oluverirler.

toplumun üst sınıflarında samimi bir arkadaşlığın kurulması için gerekli görülen zaman, alt sınıflarda söz konusu bile değildir. duygular menfaatlerle kirletilmediği için, kalplar güvenle açılır ve çabucak kaynaşır. akrabalık kurmaya doğal insanlar için sekiz gün bile yeterliyken, sosyete insanları için sekiz yıl bile azdır.

dünyanın bütün altınları hassas bir insanın bir kalp atışını, bakışındaki bir sevgi ışığını satın almaya az gelir.

insan kendi içini kemiren şeyi dışa vuramadıkça rahatlayamaz. insanın düşüncesini yazıyla ifade etmesi, kendini tanıması ve varlığının farkında olması için gerek duyduğu bir aynadır.

her şeyin uğruna ağlayamayız. her insanın kendi acıları, her asrın kendi acımaları olur; bu da yeter zaten.

ah! toy bir adam sevme yeteneğinden nasıl da yoksundur! hiçbir şeyin değerini bilmez. gerçek mutluluğu ancak kaybettikten sonra tanır. ormanlardaki genç bitkilerde bolca usare ve kararsız gölgeler vardır; ama yaşlı bir meşenin kalbinde çok daha fazla ateş bulunur.

boş bir kibrim vardı o zaman ve yalnızca o vardı. bu boş gurur, insanların kusurlarının en aptalcası ve en acımasızıdır. çünkü insanı mutluluktan utandırır.

16.05.2018

house of cards

rüyalarımız bizden çalındığında, elimizde ne kalır? hiçbir şey. 

her zaman en güçlü ordu kazanmaz. mao sadece birkaç bin adamla başladı. kıtanın yarısını ele geçirdiler.

emerson: dost edinmenin tek yolu dost olmaktır.

insanların söylediklerinin beni etkilemesine izin verseydim evimden dışarı adımımı atamazdım.

araya bir "belki" koymadan "hayır"ı "evet"e çeviremezsin.

güce giden yol, ikiyüzlülük ve kayıplarla örülüdür; asla pişmanlıkla değil.

hayatımda bir gün bile mutlu olmadım.

bir insanın karakteri, zaferin tadını nasıl çıkardığıyla değil, yenilgiyle nasıl başa çıktığıyla ölçülür.

"hayatta her şey seksten ibarettir, seks hariç. seks, güçten ibarettir." (oscar wilde?)

iki tür acı vardır: biri sizi güçlendiren acı, diğeri ise sadece ıstırap veren yararsız acı.

bazılarının tek derdi, koltuğunun büyüklüğüdür.

iktidar emlağa benzer. tek mesele konumdur. kaynağa ne kadar yakınsanız değeriniz o kadar artar.

insanların nesini seviyorum biliyor musunuz? istiflemesi kolay.

bu şehirde neredeyse herkes güç yerine parayı seçme hatasına düşer. para, 10 yıl geçtikten sonra dökülmeye başlayan bir villadır. güç ise asırlarca sapasağlam ayakta duran taştan bir binadır. aradaki farkı göremeyenlere saygım sıfır.

ilk izlenimler için ikinci bir şans yoktur.

olabilecek en büyük acı, genç yaşta evladını kaybetmektir.

şehit olmak isteyenin tek derdi, üzerine düşecek bir kılıç bulmaktır. kılıcı güzelce bileyip doğru açıda tutarsanız geri sayıma başlayabilirsiniz.

hepimiz aşağı yukarı ifşa etmeyi seçtiklerimizden ibaretiz.

başkası için içi kan ağlayanların, ironik bir şekilde kendi kanlarından korktuğuna çok kez tanık oldum. bir damla aksa hemen ürkerler. ama onlara şefkatli bir el uzatır ve masajla hayata döndürürseniz çok geçmeden doğru yolu bulurlar.

15.05.2018

minimalism

matt d'avella

shannon whitehead: kesinlikle hayatımızın nasıl görünmesi gerektiğine dair bir yanılgı söz konusu. reklamlar olsun, instagram olsun, facebook olsun, tüm bunlar, hayatımızın mükemmel olması gerektiğini söyleyen birer ilüzyon.

patrick rhone: bu olay yavaşça gelişti. bir günde oluşan bir şey değil bu. bu bize, çok para kazanmak isteyen kişiler tarafından yavaşça ve emin adımlarla, 100 senedir satılmaya devam ediliyor. bizi bunlara gerçekten ihtiyacımız olduğuna inandırmak istiyorlar.

leo babauta: bence insanlar, içlerindeki boşluğu doldurmak için satın alıyorlar. biliyorum çünkü ben de öyleydim. ama ne kadar şey alırsak alalım, hangi modaya uyarsak uyalım, tam anlamıyla tamamlanmış olmuyoruz. sadece aramaya devam ediyoruz. bu açlık asla dindirilemez.

rick hanson: şöyle bir sonuç çıkıyor bence, aslında istemediğin bir şeye asla doyamıyorsun. diğer bir deyişle, aslında daha fazla şey, daha fazla oyuncak, daha fazla araba falan istemiyoruz. bize getirecekleri şeyi istiyoruz. bütün olduğumuzu hissetmek istiyoruz. tatmin olmak istiyoruz.

jim carrey: keşke herkes zengin ve ünlü olabilseydi. işte o zaman cevabın bu olmadığını anlarlardı.

sam harris: odaklanma kapasitesine sahibiz ancak bunu, bir uyarıcıdan bir diğer dopamin deneyimine kadar, yani bir diğer e-posta ile ya da bir diğer tweet ile ödüllendirilene kadar ya da telefona başka herhangi bir şey gelene kadar yaşıyoruz. sanırım bunun için ödediğimiz bir bedel var.

david friedlander: bu artık bir sorun haline geldi. nokia'nın bir araştırması vardı. buna göre, ortalama biri telefonunu günde 150 kez kontrol ediyor.

jesse jacobs: büyük bir şehrin sokağında yürürken bile telefonlarına kilitleniyorlar. tamamen matrix'teyiz. hiç düşünmeden gazete okumak, sosyal medya sayfanızı güncellemek ve tüketmek daha kolay.

ryan nicodemus: daha azıyla bir hayat düşünün, etrafınızdaki karmakarışık hayattaki şeylerin engellemediği tutku dolu bir hayat düşünün. hayal ettiğiniz şey, amacı olan bir hayat. mükemmel bir hayat değil, kolay bir hayat değil, ama basit bir hayat.

joshua fields millburn: insanları sevin ve eşyaları kullanın; çünkü tam tersi asla işe yaramaz.

14.05.2018

maske

julio cortazar

insan bir şeyden emin olmazsa cankurtaran yeleği olarak kendine bazı görevler yaratmalı.

pek çok kez olduğu gibi siz de tam olarak ne zaman her şeyi anlamaya başladığınızı belirtemezdiniz; satrançta ya da aşkta da olur böyle anlar, etrafı saran sis aralanır ve bir saniye önce düşünemeyeceği hükümlere varır insan.

"bir maske takın bana!" (dylan thomas)

johnny'nin bir an önce tükenmesini istiyorum, bin parçaya bölünerek parçalanan ve gökbilimcileri bir hafta boyu aptala çeviren bir yıldız gibi; daha sonra insan gidip uyur ve ertesi gün yeni bir yaşam başlar.

öylesine benimdin ki..

hiç kimsenin yaşamlarımızı öğrenmesine gerek yok, ben susmakla sana özgürlüğünü armağan ediyorum. özgür olmakla sonsuza dek daha çok benim olacaksın. eğer evlenirsek, elinde bir çiçek odama her girişinde, kendimi senin celladınmış gibi hissedeceğim.

suratına öksürmek istemiyorum. terimi silmeni istemiyorum. senin tanıdığın beden, sana sunduğum çiçekler başkaydı. gece yalnızca bana gerek, beni ağlarken görmene izin vermeyeceğim.

ısrarla seni büyülediğimi, seni istediklerimi yapmaya zorladığımı söylüyorsun. oysa benim istediğim senin geleceğini güvence altına almak. bırak da aptalca bir ölümün avuntusu olacak tohumları ekeyim.

dünya

elio vittorini

hatırlayacak bir şeyleri olanlara ne mutlu!

insan dünyadaki kötülükleri, acıyı, umutsuzluğu bilmez yedi yaşında; insanı soyut öfke nöbetleri tutmaz; ama kadını tanır. hiçbir erkek kadını yedi yaşındayken ya da daha küçükken tanıdığı gibi tanıyamaz. o yaşlarda kadın insanın gözünde ne bir avuntu, ne bir zevk kaynağı, ne de bir oyuncaktır. dünyanın gerçekliğidir kadın, ölümsüzdür.

insan yedi yaşındayken her şeyde bir mucize görür ve kadından, kadının çıplaklığından nesnelerin gerçekliğini öğrenir; tıpkı, bizim kaburga kemiğimiz olan kadının da aynı şeyi bizden öğrendiği gibi.

o yaşta, insanın bin bir gece masalları hiçbir zaman dünyaya karşı bir aşağılama olarak düşünülemez. bir çocuğun bütün istediği kâğıt, rüzgâr ve uçurtmasını uçurmaktır. gidip uçurtmasını havalandırır, ondan yükselen bir çığlıktır bu. çocuk uzun ve görünmeyen bir iple oradan oraya götürür uçurtmasını, böylece inancı yücelir ve edindiği gerçeklikle beslenir. ama bu gerçekliği ne yapacaktır sonra. sonra dünyaya yöneltilen küfürleri, saygısızlığı, köleliği, insanlar arasındaki haksızlığı, insanlık ve dünya adına ölümlerin kutsallığına nasıl saldırıldığını öğrenir. bu durumda, o gerçekliği her zaman korusa bile, ne yapabilir? ne yapabileceğini sorar kendi kendine. elbette kendisi için değil. ama gene de herkes kendisi için acı çeker.

dünya büyük, dünya güzel, ama çok canına okunmuş. herkes acı çekiyor, ama her insan kendisi için, canına okunan dünya için değil. bu yüzden de dünyanın canına okuyanların sonu gelmiyor.

çok canına okundu dünyanın, çok canına okundu dünyanın!

12.05.2018

kızıla boyalı saçlar

kostas mourselas

kadının üzerindeki toprağı kaldırabilirsen, sonunda bir truva ile karşılaşabilirsin. 

tıpkı denizin sahile getirdiği cesetler gibi, her şey bir gün su yüzüne çıkar.

insanın eline birkaç kuruş geçtikten sonra hem idealler, hem dostlar, hem dostluklar uçar gider.

işinde ne kadar üretkensen o kadar batar, yok olursun. masallar biter. sanatın, okudukların güme gider. hepimiz tımarhaneye gideriz.

hareketsizlik ölümdür, bataklıktır. 

şu "erdemli, namuslu ve şerefli" kızların akılları bazen fazlasıyla götlerinde oluyor. yıllar sonra, bütün evlilik hayatın boyunca, bu tür hanımefendilerin, kilisenin mütevelli heyetinin tüm üyelerinin elinden geçtiğini anladığında, beynini havaya uçurmayı isteyecek noktaya varabilirsin.

sınırların dışına çıkmazsan yaşayamazsın.

şans, bir tek yanlışın küçük ya da büyük olduğunu belirler ama yapılan yanlış şans eseri değildir.

sanat sadece bir zevk değildir. sana bütün kapalı kapıları açan bir anahtardır.

kötülük seni sertleştirir; seni evrenle, kaos ile karşı karşıya getirir.

yaşamadım, hedefi ıskaladım, ellerimin içinden gitti, kayıverdi; hayır hayat değil, hayatı nasıl olsa yaşadık, yaşıyoruz, gidiyor; ama diğeriyse, o elle tutulamayan, aklının bir köşesine, ruhunun derinliklerine attığın şey gidiverdi. işin aslının orada saklı olduğunu bilmene rağmen, onu düşünmek istemezsin, alıp atarsın, arşive kaldırır, unutursun.

denizi hiç hareketsiz göremezsin; ama denizi dingin görebilirsin.

telefonda gerçekleri çok daha kolay itiraf ediyoruz. yüz yüze olduğun zaman kapılar kapanır, emniyet önlemleri alınır, çekingen davranırsın; ama telefonda konuşurken kendini rahat bırakırsın.

insan bir gün olgunlaşır. bu çok zaman alır ama olgunlaşır.

11.05.2018

yamuk bakmak

slavoj zizek

doğrudan doğruya hakikate çıkan bir yol yoktur.

her türlü kültür, son kertede, insanlık durumunun kendisine özgü korkunç, son derece gayri insani bir boyuta verilen bir tepkiden, bir taviz oluşumundan başka bir şey değildir.

değişimi yaratan büyük öteki'dir.

asıl evlilik ikincisidir. önce narsist tamamlayıcımız olarak ötekiyle evleniriz; ancak ilk eşimizin aldatıcı cazibesi solduğu zaman, ötekiyle hayali özelliklerinin ötesine geçerek kurulan bir bağ olarak evliliğe girişebiliriz.

bir gerçek parçasının, tutarlılığını garanti altına aldığı bir tür piyon rolünü oynamadığı hiçbir simgesel iletişim yoktur.

immanuel kant: evlilik, karşı cinsten iki yetişkin şahıs arasında cinsel organlarını karşılıklı olarak kullanma konusunda yapılan bir sözleşmedir.

belli bir nesneyi talep etmemizin nihai amacı, o nesneye bağlı bir ihtiyacı karşılamak değil, ötekinin bize karşı tavrını onaylamaktır.

hedef nihai varış yeridir; oysa amaç yapmak istediğimiz şey, yani yolun kendisidir.

"kör eden gözyaşlarıyla buğulanınca hüznün gözü
bir sürü nesneye böler bütün olanı."

demokrasiyi yolsuzluk, demagoji ve otorite zayıflığına yol açan bir sistem olarak görüp karalayanlara cevap olarak winston churchill şöyle demişti: "demokrasinin mümkün bütün sistemlerin en kötüsü olduğu doğrudur; sorun, başka hiçbir sistemin ondan daha iyi olmayacak oluşudur."

psikanaliz rüyalara en baştan itibaren karma yapıda şeyler, psişik oluşumlardan meydana gelen yığınlar olarak bakar.

cemaat oyununun aktörlerini birleştiren temel akit, öteki'nin her şeyi bilmemesi gerektiğidir. öteki her şeyi bilmemelidir: totaliter-olmayan toplumsal alanın münasip bir tanımıdır bu.

kadınların ezeli, usandırıcı sorusu: "beni niye seviyorsun?" ismine layık bir aşkta, bu sorunun tabii ki cevabı yoktur -ki kadınlar da bunun için sorarlar zaten-, yani tek münasip cevap şudur: "çünkü sende senden fazla bir şey, beni kendine çeken ama herhangi bir pozitif niteliğe bağlanamayan belirsiz bir şey var."

bertolt brecht'in üç kuruşluk opera'sında geçen o ünlü lafa bir kez daha göndermede bulunacak olursak: "mutluluğun peşinden fazla hızlı koşarsan, onu sollayabilirsin, mutluluk arkada kalabilir."

histeri ile takıntılı nevroz, nevrozun lehçesi, öznenin varoluşunu gerekçelendirmeye çalışma tarzı bakımından farklıdır: histerik bunu kendini öteki'ye onun sevgi nesnesi olarak sunarak yaparken, takıntılı kişi çılgınca faaliyette bulunma yoluyla öteki'nin talebine uymaya çalışarak yapar. nitekim histeriğin cevabı sevgi iken takıntılınınki çalışmadır.

"bu gece, burada fantazmagorik temsiller içinde var olan bu iç doğa -bu saf benlik... buradan kanlı bir baş, şuradan beyaz bir şekil çıkarır. insanların gözlerinin içine bakıldığında bu gece görülür -korkunç bir hale bürünen bu gece karşısında dünyanın gecesi hükümsüz kalır."

jacques lacan: her türlü varoluşun öylesine ihtimal dışı bir yanı vardır ki insan aslında onun gerçekliği konusunda sürekli kendisini sorgulamaktadır.

basitliği içinde her şeyi içeren bu gece, bu boş hiçliktir insan -hiçbiri aklına gelmeyen ya da mevcut olmayan bitmek bilmez bir temsiller, imgeler zenginliği.