michel houellebecq
ender görülen, yapay ve geç olgunlaşan bir olay olan aşk, ancak nadiren bir araya toplanan, her noktada modern çağın özelliği olan ahlaki serbestliğe ters düşen özel koşullarda gelişebilir.
masumiyet olarak, hayal kurma yeteneği olarak, karşı cinsin tümünü sevilen tek bir varlıkta özetlemeye yatkınlık olarak aşk, bir yıllık cinsel serseriliğe nadiren direnebilir, iki yıla ise asla.
gerçekte, ilk gençlik yıllarında art arda edinilen cinsel deneyimler duygusal ve romantik düzeyde her türlü izdüşüm olanağını hızla aşındırıp tahrip eder. insanda aşk yeteneği gitgide, aslında oldukça da çabuk tarafından, eski bir paçavranınkinden farksız hale gelir. ve ardından, sahiden de bir paçavra hayatı yaşanır; yaşlanırken, insanın çekiciliği azalır. bu yüzden gençler kıskanılır; bu yüzden onlardan nefret edilir. itiraf edilmemiş olarak kalmaya mahkum olan bu nefret alevlenir ve gitgide daha kavurucu bir hale gelir. sonra her şey gibi bu da yatışıp söner. geriye sadece burukluk, bıkkınlık, hastalık ve ölüm korkusu kalır.
somut olarak insanlar yaşamayı nasıl başarıyorlar, anlamıyorum. bana bütün insanların mutsuz olması gerekirmiş gibi geliyor. anlıyor musunuz, son derece basit bir dünyada yaşıyoruz. egemen olma, para ve korkuya dayalı bir sistem var -daha çok eril bir sistem, ona mars diyelim; baştan çıkarma ve cinselliğe dayalı dişil bir sistem var, ona da venüs diyelim. ve hepsi bu kadar. yaşamak ve başka bir şey olmadığına inanmak gerçekten mümkün mü?
xıx. yüzyıl sonu gerçekçileriyle birlikte maupassant da başka bir şey olmadığına inanmıştı ve bu onu deliliğe kadar götürdü.
"ne kadar çelişkili görünürse görünsün, aşılacak bir yol vardır ve bunu aşmak gerekir; ama yolcu yoktur. işler görülmüştür; ama işi gören yoktur." (sattipathana-sutta)
bizler hepimiz yaşlılığa ve ölüme boyun eğmişiz. bu yaşlanma ve ölüm kavramı insan-bireye katlanılmaz geliyor. bu hükümran ve koşulsuz kavram, bizim uygarlıklarımızda serpiliyor, adım adım bilinç alanını dolduruyor, başka hiçbir şeyin var olmasına izin vermiyor. böylece yavaş yavaş dünyanın sınırlı olduğuna dair kesin bir kanı oluşuyor. arzu bile yok oluyor; geriye yalnızca burukluk, kıskançlık ve korku kalıyor. en çok da burukluk kalıyor; uçsuz bucaksız, akıl almaz bir burukluk.
hiçbir uygarlık, hiçbir devir insanlarında bunca burukluk yaratmayı başaramamıştır. bu bakımdan bizler hiç görülmemiş anlar yaşamaktayız. çağdaş zihniyeti tek bir sözcükle özetlememiz gerekseydi, ben hiç kuşkusuz şunu seçerdim: burukluk.