patrick süskind
aslına bakarsanız caza karşıyımdır, rock'a filan da. çünkü klasik anlamda güzele, iyiye ve doğruya yönelmiş bir sanatçı olarak, serbest emprovizasyon denen anarşiden hiçbir şeyden sakınmadığım kadar sakınırım.
orkestra insan toplumunun bir aynasıdır. çünkü gerek birinde gerek öbüründe, zaten en pis işleri yapanlar bir de üstüne ötekiler tarafından horlanır. hatta insan toplumunda olduğundan daha bile kötüdür orkestra, çünkü toplumda, hiyerarşinin basamaklarını çıka çıka günün birinde piramidin en tepesinden aşağıya, altımdaki solucanlara bakarım umudu vardır - teorik olarak.
ama orkestrada, orada böyle bir umut yoktur. orada becerinin amansız hiyerarşisi hüküm sürer, günün birinde verilmiş bir kararın korkunç hiyerarşisi, yeteneğin tüyler ürpertici hiyerarşisi, titreşimlerin ve seslerin tabiatça ya-salaştırılmış, sarsılmaz, fiziksel hiyerarşisi; siz siz olun, sakın bir orkestraya girmeyin!
goethe şöyle der: "müzik öyle yücedir ki hiçbir akıl sırrına eremez; müzikten, her şeye egemen olan ve kimsenin hesabını tutamayacağı bir etki yayılır."
mozart -bu açıdan bakınca- çok abartılıyor. müzisyen olarak mozart'a hak ettiğinden çok fazla değer veriliyor. yok, gerçekten - biliyorum, günümüzdeki popülerliğine ters düşüyor bu dediğim, ama yıllar boyu bu konuyla uğraşmış, mesleki açıdan incelemiş biri olarak kendimde şunu belirtme hakkını görüyorum: mozart, bugün haksız yere unutulmuş olan yüzlerce çağdaşıyla karşılaştırıldığında, orta karar bir bestecidir; sırf daha çocukken çok yetenekli oluşu ve daha sekiz yaşındayken beste yapmaya başlaması yüzünden, tabii en kısa zamanda iflahı kesilmiş oluyor adamın.
bunun da asıl sorumlusu babasıdır, işin rezalet tarafı da bu zaten. yani ben olsam oğlumu, eğer bir oğlum olsaydı, isterse mozart'ın on katı kadar yetenekli olsun, çünkü bir çocuğun beste yapması öyle olağanüstü bir şey değildir ki; maymun gibi talim ettirirseniz her çocuk beste yapar, hiç de marifet değildir, eziyettir bu, çocuğa işkencedir, günümüzde haklı olarak yasaktır, çünkü çocuğun özgür olmaya hakkı vardır. bu, işin bir yönü. diğer yönü de şu ki, mozart beste yaptığı sıralar henüz ortada bir şey yoktu.
beethoven, schubert, schumann, weber, chopin, wagner, strauss, leoncavallo, brahms, verdi, çaykovski, bartök, stravinski. - saymakla tükenmez o zamanlar olmayan. haydi benim gibi meslekten biri şöyle dursun, bugün içimizden her biri için gayet tabii olan müziğin yüzde doksan beşi daha hiç yok ki ortada ancak mozart'tan sonra oluşuyor bu yüzde doksan beş! mozart'ın daha haberi bile yok! - bir tek şey varsa, efendim?, o zamanlar adı sanı olan bir tek şey varsa, o da bach'tı ve bach tamamen unutulmuştu, çünkü protestan'dı kendisi, ancak bir zaman sonra yeniden keşfedebilmişizdir bach'ı. bu yüzden de mozart için o sıralar durum kıyas kabul etmez derecede kolaydı. omuzlarına binen bir yük yok. o zaman kim olsa çıkıp ben besteciyim der, istediği gibi de çalıp besteler.
hem eskiden insanlar da çok daha kadirbilirmiş. ben o zaman yaşamış olsaydım, dünyaca ünlü bir virtüöz olurdum. ama mozart, goethe'nin aksine, bu durumu hiç kabul etmemiştir. ikisi içinde goethe zaten daha dürüst olanıdır; hep söylemiştir şanslı olduğunu, çünkü kendi zamanındaki edebiyatın yazılmamış, boş bir sayfa olduğunu. şanslı adammış. ballı herif derler ya hani. mozart ise bunun böyle olduğunu hiç kabul etmemiştir, işte benim kendisine yönelttiğim itham da bu oluyor.