cemal süreyya
orhan veli şiirimize yüzyıllarca egemen olan romantizmi yıkan, somut ve belirgin bir hümanizmi sanatımıza getiren adamdır. ilk kentli halk ozanıdır o, ilk laik türk şairi, şiirimizde ironi sanatının ilk büyük temsilcisi; yapıtında "organik ilişki"yi, "estetik bütünlüğü" kuran ilk şair.
kötü edebiyat iyi edebiyatı kovabilir, ama bir süre için.
yahya kemal'in divan şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. ona göre "eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. fuzuli ve nedim gibi şairler bile gözden düşer." en iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, "berceste" dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. divan şiiri yığma bir şiirdir. öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. "çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır."
thomas mann: faşizm bir ideoloji değil bir kötülüktür.
nietzsche'ye göre yalnız büyüklerin (soyluların, kahramanların) bir anlamı vardır, öbür insanların tümü kitleyi meydana getirirler. kitle nedir? "insanlığın kumudur bunlar: hepsi de eşit, hepsi de ufak, hepsi de yuvarlak.. kitle yalnız büyük adamların kopyası olduğu zaman benim dikkatimi çekebilir. ötesi şeytanın ve istatistiğin işidir, o kadar."
bernard shaw, zenciler konusunda, amerikalılara aşağıdaki sözleri söylüyordu: "hem adamları ayakkabı boyacısı olmaya zorluyorsunuz hem de sadece bu işe elverişli oldukları sonucuna varıyorsunuz."
roman yazanlara bir türlü akıl erdiremiyor ahmed arif: "roman yazmak hammallıktır." diyor.
lenin: sosyalizm, insanlığın baştan beri kazanmış olduğu bilgilerin bütününden doğmuştur. bu bakımdan proletarya kültürü, kapitalist toplumun, feodal toplumun, bürokratik toplumun da egemenliği altında sağlanmış bilgiler bütününü üstlenmeli ve onun mantıki bir gelişimi olmalıdır. sosyalist olmak için insanlığın yarattığı bütün düşünce zenginliklerini içine sindirmiş, belleğine işlemiş olmak gerekir.
"küçük bir yaşam ile büyük bir şiir kurulamaz." böyle diyor ömer faruk toprak.
şair, gerçeği, olduğu gibi, hatta olduğundan daha gerçek, daha tam, daha güzel, daha çirkin, daha coşturucu, daha yalın, daha karışık, daha aydınlık gösteren adamdır.
sanırım, 1957'lerdeydik. varlık dergisinde "kamyon" başlıklı bir şiir okumuştum. şairi oktay baloğlu. çarpmıştı beni.
hiçbir şey mektup kadar özgür olamaz.
sanırım 1956'lardaydı; bir gün yeditepe'ye uğramıştım. eflâtun cem güney yeni çıkan masal kitabını yazar arkadaşlarına imzalıyordu. bir ara gözü bana ilişti. adımı sordu. sonra da, "evladım sen ne yazarsın?" dedi. şiir yazdığımı söyledim. bir kitap da benim için imzaladı. sunu yazısı şöyleydi: "çok ince ve hassas şiirlerini öteden beri hayranlıkla okuduğum doğuştan şair cemal süreya'ya en halisane duygularım ve başarı dileklerimle."
"zindancıbaşı hey: yaşamak
kurşuna dizilmez ki
kurşuna dizilmez ki göğün mavisi
yağmur, şimşek ve tohum
ben çiçek açar
sesim sesim kurşuna dizilmez ki!" (kemal burkay)
françois mitterrand: ben, müstehcen yapıtlardaki görüntülerin gerçekliğine değil de, onların dayandığı efsanelerin yalanına tutuluyorum.
kübik bir hayattır banka hayatı.
"deha, olgun yaşta gerçekleştirilen bir gençlik düşüncesidir." kim söylemiş bu cümleyi, anımsamıyorum.
"şiir yazmış bir kimse cinayet işleyemez." orhan veli mi söylemişti bunu?
georges rouault'nun şu sözlerini anımsatmak yerinde olacak: "geçmişteki ustaları ancak onlardan başka türlü olmakla, onlarınkine benzemeyen bir yapıt yaratmakla sevebiliriz."
her sağlam düşünce zinciri bir şeyleri bozar.
cemil çakır da enstitülerin kırk yıl öncesinin koşullarına göre kurulduğunu yazıyor: "bugün daha değişik bir yapıda devrimci demokratik kuruluşlara gerek var."
paul morelle: şiir, uyuşturucu maddeyle yer değiştirirse uyuşturucu madde onu öldürüyor. coleridge'in dehası afyonda sönmüştü.
düşünce, gerçeğin pragmatik bir işlevidir.
ölüm tarihini iyi seçeceksin. olanağın varsa genç öleceksin (en yetenekli sensin). kuşağının ilk öleni olacaksın (asıl önemli olan sensin). yetmiş yaşını, seksen yaşını bulduktan sonra ölürsen kimse yüzüne bakmıyor. yakup kadri'nin ölümü sessizlikle geçiştirildi. muzaffer tayyip ve rüştü onur bugün de çok şeylerini erken ölümlerine borçludurlar.
gustave flaubert: dünyada çıkan bütün dergiler kendi erdemlerine inanırlar; oysa içlerinde bir tanesi bile erdemli değildir.
çağımız edebiyatı bir dergi edebiyatıdır: dergiler izlenmeden bir ülkenin edebiyatı üstüne, hele türk edebiyatı üstüne tam kavrayıcı bir düşünceye ulaşılamaz. bunu da edebiyat öğretmenlerine söylüyorum.
"insanlar kadınlardan doğdukça kusurlu olmaktan kurtulamayacaklardır."
1965 goncourt ödülü verildikten hemen sonra, bu ödülün seçici kurul üyelerinden biri şöyle demişti: "ünlenmiş bir yazara, rastlanabilecek kitapların en cılızı için ödül verdik." aynı ödülün 1969'da verilmesinden sonra çok daha ilginç ve anlamlı bir olay oldu. aragon daha yeni girmiş olduğu akademinin kapısını çarpıp çıktı, bir daha da dönmedi oraya. şöyle demişti aragon, o gün: "böylesi bir yamyamlığa katılamam ben."
ne diyordu dostoyevski: "tanrı öldüyse, her şeye izin var demektir artık."
kargaşaya, gürültüye karışmadan büyük çalışmalar yapan kişiler vardır. siz farkında olmadan o çalışmalar büyür, çevrenizi sarar. bir gün apansız görürsünüz onu. çünkü ürünler görülmeyecek gibi olmaktan çıkmıştır.