joachim trier
babam bana bisiklete binmeyi ve yakalanmadan hız limitini aşmanın püf noktalarını öğretti. limit 50'yken 60, 90'ken 108'le gitmeyi.
annem yetişkin konuşmalarını ingilizce yapardı.
bana diş ipi kullanmayı, eşyaları ait oldukları yerlere koymayı öğretti.
ikisi de tutuculuğa karşıydı ama video oynatıcı almak için yıllarca beklediler.
ikisi de osloluydu, dolaştığımız yerlere ait anılar anlatırlardı.
babam ağır işitirdi. duymayınca uydururdu: "en iyisi hangisi sence?" yerine "kırıntı mı var çenemde?"
onlara göre zihinsel başarı sportif başarıdan daha üstündü.
özel hayatlarıyla gündeme gelmeyen ünlülere hayranlık duyarlardı: lars lillo-steenberg, kjell askildsen, trond kirkvaag.
bana, eleştirel bir okuyucu olmayı ve kendini ifade edemeyenleri küçümsemeyi öğrettiler. ama eve getirdiğim herkesi sevgiyle karşıladılar.
akşam haberlerini hiç kaçırmazlardı.
babam bir test uygulayıp gururla sanatçı bir kişiliği olduğunu söylemişti.
askerlik tecrübelerini önemseyenleri sıkıcı bulurdu.
annem uyuşturucuya hoşgörüyle yaklaşır, babam parkta mangal yapılmasına kızardı.
demokrasi en mükemmel rejim değildi ama yeterince iyiydi.
annem, "brigitte bardot, hayvanlara değil insanlara yardım etmeli." derdi.
ikisi de özel hayatıma saygılıydı. belki de çok fazla.
bana dinin zayıflık olduğunu öğrettiler. aynı fikirde miyim, bilmiyorum.
yemek pişirmeyi, ilişki kurmayı asla öğretmediler.
ama hep mutluydular. dostlukların zamanla nasıl bittiğini, insanların yabancılaşıp arkadaşların birer isim olarak kaldığını öğretmediler.