emil cioran
mutlak'a kendini beğenmişin biri olarak daldım, mağara adamı olarak çıktım.
iç alemime dalma ihtiyacıyla tanrı'ya yol verdim, son bir münasebetsizden kurtuldum.
iktidarsızlar, tabiatın onlara karşı ne kadar anaç davrandığını bilseler, salgı bezlerinin uykusuna şükreder ve bunu sokak köşelerinde överlerdi.
her şeyi bozmanın, şeyleri tanınmaz hale getirmenin, kendi hakkında yanılmanın en emin yolu "yetenek"tir. hakiki varoluş yalnızca tabiatın hiçbir ihsanla bunaltmadığı insanlara özgüdür. bu yüzden edebiyat aleminden daha sahte bir alem ya da edebiyatçı kadar gerçeklikten yoksun bir insan hayal etmek güçtür.
temel bir yanılgı olmasından da evvel, hayat, ne ölümün ne de şiirin düzeltmeyi başarabildiği bir zevksizliktir.
yok olma krizlerine, hiçlik içinde soluksuz kalmaya, bir tükürüğün içindeki ruhtan başka bir şey olmamanın dehşetine karşı, umumi felçten kaynaklanan benlik genleşmesi dışında hiçbir çare yoktur.
bir zihni, karanlık fikirleri kavramaktan duyduğu tiksinti kadar hiçbir şey kurutamaz.
miskinlerin, o doğuştan metafizikçilerin önermesi olan boşluk, iyi yürekli insanların ve meslekten filozofların, kariyerlerinin sonunda hayal kırıklıklarının mükafatı olarak keşfettikleri kesinliktir.
boşluktan avuç dolusu yararlanmayı öğrendiğimizde artık yarından çekinmeyiz. sıkıntı harikalar yaratır: kofluğu cevhere döndürür, besleyici boşluğun ta kendisidir.
sadece bir kere bile sebepsiz yere hüzünlendiysen bütün hayatın boyunca bilmeden öyle olmuşsundur.
hazların aksine, acılar doygunluğa ulaştırmaz. biraz olsun bıkkın olan hiçbir cüzzamlı yoktur.
kim ki içgüdülerine karşı çıkmamıştır, kim ki kendine uzun bir cinsel yoksunluk devresi dayatmamıştır ya da imtinanın bozukluklarını hiç yaşamamıştır; o kişi cinayetin diline de vecdin diline de kapalı kalacaktır: marquis de sade'ın saplantılarını da, aziz jean de la croix'nın saplantılarını da hiçbir zaman anlayamayacaktır.