22.08.2018

tarih ve ütopya

emil cioran

bir tibet metninde "vatan, çölde bir konaklama yeridir sadece." denir. ben o kadar uzağa gitmeyeceğim: çocukluğumun manzarası için dünyanın bütün manzaralarını verirdim.

otuzundan önce hiçbir aşırılık biçiminin büyüsüne kapılmamış birine hayran mı olmalıyım, hor mu görmeliyim onu; bir aziz mi, yoksa bir kadavra olarak mı değerlendirmeliyim, bilmiyorum.

kuvvetten düştüğümüz ölçüde, uslu uslu çocukluk içine yuvarlandığımız, başkalarını sevgi veya nefret yoluyla rahatsız etmeye halimiz kalmadığı zaman hoşgörülü biri oluruz ancak.

aslında adaletsizliğin özüdür bu toplum. sergilediği nimetlerden, gurur duyduğu o bereketten bir tek avareler, asalaklar, rezillik uzmanları, irili ufaklı itler istifade etmektedir: yüzeyde bir nefaset bolluğu.

liberal toplum "esrar"ı, "mutlak"ı ve "düzen"i tasfiye etti; gerçek bir kamu düzeni kadar gerçek metafiziği de kalmadığından, bireyi birey yapan derinliğinden uzaklaştırarak kendi başına bıraktı.

böbürlenme krizlerimde, kendimi çapulculuğuyla ünlü bir sürünün artçısı, gönülden bir turanlı, bozkırların meşru mirasçısı, moğolların sonuncusu zannetmeye meylederim.

dünyada hiçbir yerle değişmeyeceğim bu şehir, tam da bu sebepten, mutsuzluklarımın kaynağıdır.

hiçbir şey, kendi ilkel temeline, kökenlerinin çağrısına direnme zorunluluğu kadar mutsuz kılmaz kişiyi.

yolum hangi büyük kente düşse, orada her gün ayaklanmaların, katliamların, aşağılık bir kasaplığın, bir dünya sonu kargaşasının başlamıyor olmasına hayran olurum.

verimlilikten daha şaibeli bir şey yoktur. eğer saflığı arıyorsanız, herhangi bir iç şeffaflık iddiasındaysanız hiç gecikmeden yeteneklerinizden feragat edin, fiiller döngüsünden çıkın, insani olanın dışına yerleşin, dindar bir deyişle söyleyecek olursak "kul sohbetleri"nden vazgeçin.

kolektif bir yorgunluğun suç ortaklığı olmaksızın rubicon da olmaz.

reddedişlerimiz ne kadar acımasız olursa olsun, özlediğimiz şeyleri tam olarak yıkmayız: düşlerimiz, uyanışlarımızdan ve tahlillerimizden sonra da ayakta kalırlar.

bir fikir doğrudan vaatlerle ne kadar yüklü olursa zafer kazanma şansı da o kadar olacaktır.

varlığımızın en derininden başka hiçbir yerde cennet yoktur, tıpkı benliğimizin benliği gibi; üstelik onu bulmak için de, vakti dolmuş ve muhtemel tüm cennetleri dolaşmış, fanatizmin hoyratlığıyla onları sevmiş ya da onlardan nefret etmiş, göz diktikten sonra da hayal kırıklığının maharetiyle onları elinin tersiyle itmiş olmak gerekir.

yok etmenin ne arzusu ne de iradesi vardır onda, şüpheli biridir; iblisin hakkından gelmiştir, ya da daha vahimi, ona hiç teslim olmamıştır. hakikaten yaşamak ötekileri reddetmektir; onları kabullenmek için, vazgeçmeyi, kendine şedit davranmayı, kendi tabiatına karşı hareket etmeyi, güçten düşmeyi bilmek gerekir; özgürlüğü ancak kendimiz için kavrarız; onu yakınlarına yayabilmek, kişiyi helak eden çabalar karşılığında olur ancak.