hüseyin rahmi gürpınar
merhaba birader,
siz insanları, insanlığı layıkıyla anlayamamışsınız. bu büyük gerçeğin iç yüzü konusunda yorulmayanlar, derin, acı tecrübelerle hayatın inceliklerine ulaşamayanlar, başka insanlardan bazı iyilikler bekleyenler, ahlak yüksekliği gibi bazı kuruntulara vücut verenler, yavaş yavaş her zanlarının çürüklüğü, umutlarının boşluğu ortaya çıktıkça üzülürler; bütün hayatlarınca rahatsız yaşarlar.
hakikati anlamak, boş umutları kalpten çıkarmak.. işte anlayışlılık budur. bundan ötesi hep gaflettir, aptallıktır. insan güruhu bu gaflet ve aptallığın zayıflığı, kurbanıdır.
bütün insanlar kendilerinden daha ahmakların zararına refahını ve geçimini sağlama gibi aldatıcı bir kural ile yaşıyorlar. bakan, tüccar, irat sahibi, edebiyatçı, şair, hekim, filozof, her kim olursa olsun hayat refahına nail olmuş bulunanlar mükellef sofralarının başına oturdukları zaman etrafta ne kadar aç, ekmeğe muhtaç sefiller olduğunu akla bile getirmeksizin iştahlarını yatıştırmaya sığınıyorlar. çünkü insanın sefaleti sonsuz bir meseledir. şimdiye kadar halledilememiş ve edilemiyor. bunu zihne getirerek iştahı ihlalde ne anlam var?
insanlar servet ve yüksek makamların anahtarlarını elde edinceye kadar koruyucu, şefkatli, iyiliksever olurlar. ondan sonra kendileri için "sefalet" tedavi kabul etmez bir insanlık hastalığı çeşidine iner.
avrupa'da, şurada burada insanların yoksulluğunu gidermek için yapılan müsamereler, balolar, zenginlerin, işsiz güçsüz zengin kadınların can sıkıntısına karşı icat ettikleri bir çeşit eğlencedir, insanseverlik değil.
insan daima kendinden zayıfı çiğneyip, tepeleyip üst tabakaya tırmanmak hırs ve çabasındadır. o sahte adalet düşüncesi, ahmaklar üzerinde itaat etmek için düzenlenmiştir. daima, daima altta kalanın canı çıksın kuralı geçerlidir. fakat bazen altta kalanlar çok bunalıyorlar. o zaman demir kafeslerini kıran vahşi hayvanlar gibi gözlerini kan bürüyor. kükreyerek, sahte adaletin bütün engellerini kırarak kötü yönetim hapishanesinden dışarı fırlıyorlar.
işte o zaman hükümdarlar tahtlarından tekerleniyor, her şey altüst oluyor, kan gövdeyi götürüyor. zengin yoksula karışıyor. herkes merhametli oluyor.
bu dünyada her şeyden önce hüküm süren bencilliktir. herkes kendi bencilliğine göre işleri düzenleme yolunu arar. bir kişinin davranışlarını bencilliğe uydurması diğerinin aynı amacına karşı düşeceği için adalet ve kanunların konulmasınıa gereklilik duyulur. insanlardan biri kendi bencilliğini kanun olarak tanıtmaya zaman ve zemini uygun buldukça daima her hakikati çiğner. milyonlarca halkı keyif ve baskısına esir etmekten çekinmez.
büyük filozoflardan biri bakınız bu konuda ne diyor: "bencillik doğa açısından sınırsızdır." bir insan mutlak biçimde ve sonsuza kadar varlığını korumak, üzüntü ve acıdan uzak kalmak, mümkün olabildiği kadar refaha nail olmak ister. bu bencilce çabalarına engel olan her şey nefret, öfke ve kızgınlığını harekete geçirir. bu engeli düşman kabul eder. her şey, her şey, her şey benim olsun der. bu mümkün olamayacağından hiç olmazsa her şeyi kendi arzusuna uydurmak için yollar arar. her şey benim olsun, diğerlerine bir zerre bile kalmasın. işte hareketine şekil veren budur.
bencillik sonsuzdur. dünyayı doldurup taşar. bir insana "kendinin mahvolmasıyla bütün dünyanın mahvolduğunu görmek seçeneklerinden hangisini tercih edersin?" sorusunu sorsanız çoğunlukla bu soruda terazinin hangi kefesinin ağır basacağını açıklamaya gerek yoktur sanırım; her kişi kendi başına bencil bir evren, bir bencillik merkezidir.
bencillik taşma yolunu dışarıdan maddi manevi korkular, engellerle sınırlı bulmasa hiçbir şeye önem vermeyerek amacına varmak ister. sonra sayısız bencillerin çatışmalarından meydana gelecek kargaşalık tasarlansın. o zaman dünyanın durumu ne olur? ingiliz filozofu meşhur hobbes'un "herkesin diğerine karşı mücadelesi" felaketi ortaya çıkar. işte bu nedene dayanarak akıl, bir hükümetin kurulması gereğini ortaya çıkarır. bundan dolayı devlet, insanların sahip oldukları kuvvetle başkalarına karşı duydukları korku nedeniyle var olmuştur.