emil cioran
bütün çağlar boyunca, özgürlük, bir mistiğin hayatındaki vecd anlarından daha fazla bir yer tutmaz.
onu kavrayıp dile getirmeyi denediğimiz anda elimizden kaçar. hiç kimse sarsıntıya uğramadan yararlanamaz ondan. ümitsiz bir şekilde ölümcüldür. kurulur kurulmaz ön koşul olarak gelecekten yoksunluğunu koyar ortaya ve tüm harap olmuş kuvvetleriyle kendi kendisinin yadsınması ve can çekişmesi yönünde çalışır.
özgürlüğü ancak kendimiz için kavrarız. onu yakınlarına yayabilmek, kişiyi helak eden çabalar karşılığında olur ancak.
özgürlük, sunacak hiçbir şeyi olmayan harikadır, bir halkın hem cenneti hem tabutudur. yaşam ancak onunla anlamlıdır; ama o da yaşam noksanlığı çeker.
insanın yapısı, özgürlüğü kaldırmaya veya onu hak etmeye o derece müsait değildir ki, bizzat özgürlüğün ona sağladığı yararlar altında ezilir. sonunda özgürlük öyle bir yük haline gelir ki, insan özgürlüğün yol açtığı aşırılıklar yerine terörün aşırılıklarını tercih eder.
özgürlük ancak inanç boşluğunda, önerme yokluğunda, yasaların bir varsayımdan fazla otoriteye sahip olmadığı yerde kendini gösterebilir.
18. yüzyılın harikulade bir şekilde saçmalamasını aristokrasinin zayıflıkları mümkün kılmıştır. bizim bugün delice heveslere kapılmamıza imkan veren de burjuvazinin zayıflıklarıdır. özgürlükler ancak hasta bir toplumsal bünyede serpilip gelişir. hoşgörü ve güçsüzlük eş anlamlıdır. her şeyde olduğu gibi siyasette de besbellidir bu.
zaman, uzun vadede, zincire vurulmuş halklardan yanadır. kuvvet ve yanılsama biriktirerek gelecekle, umutla yaşarlar; fakat özgürlük içindeyken daha umulacak ne kalır? ya da özgürlüğü cisimleştiren başıboşluk, dinginlik ve gevşeme rejimindeyken?
özgürlüğün trajik paradoksu: icrasını tek mümkün kılanlar, vasatlardır. onlar da süresini teminat altına alamazlar. her şeyi onların önemsizliğine borçluyuzdur, her şeyi de bundan kaybederiz. böylelikle daima üstlerine düşenin altında kalırlar.