amin maalouf
lamia, güzelliğini bir haç gibi taşırdı.
ilkbaharda ve sonbaharda ten zaaflıdır.
yaratılıştan bu yana geçip giden binlerce yıl olmasaydı yaşadığımız dakikaların hiçbiri olmazdı. atalarımızın art arda gelen kuşakları, onların buluşmaları, vaatleri, kutsanmış birliktelikleri, hatta baştan çıkmaları olmasaydı kalbimizin tek bir atışı bile olmazdı.
en yüksek dağlar en derin vadilere bakar.
on iki havarinin arasından bile bir yahuda çıktı.
bilge adamın sözü, aydınlıkta akan su gibidir. ama insanoğlu her çağda, en karanlık mağaralardan fışkıran suyu içmeyi yeğlemiştir.
halk arasında meczup hiç eksik olmamıştır. biri yok olursa, tıpkı ocağın hiç sönmemesini sağlayan kül altındaki korlar gibi, bir diğeri yerini alır. demek ki insanların bilgelikleriyle dokuduğu perdeyi yırtmak için tanrı'nın parmaklarıyla oynatacağı bu kuklalara ihtiyacı vardır.
her zevkin karşılığı ödenir. fiyatlarını söyleyen kadınları küçük görme.
dudaklarınız birbirine dokundu ve ayrıldı. sanki kendi mutluluğunuzu tüketmiş de başkalarınınkini ezmekten korkuyormuşsunuz gibi. masum muydunuz? masumluk neyi önler? yaradan bile keyfimiz için kuzuları boğazlamamızı söylüyor; ama asla kurtları değil.
yöneticilerin en kötüsü seni sopalayan değil, seni kendi kendini sopalamaya zorlayanıdır.
bir kadın tanıdım. ne ben onun dilini konuşuyorum ne o benimkini. ama merdivenin dibinde beni bekliyor. bir gün gidip kapısını çalacak ve gemimizin yola çıkmak üzere olduğunu ona söyleyeceğim.
düşlerinin kadını bir kaçak, tıpkı senin gibi ve siz, birbirinizde aradınız sığınağı.
"zenginin tanrı katına ermesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden çok daha zordur." (incil)
dağ köylerinde hesaplaşma bir kez başladı mı kuşaktan kuşağa sürer. artık onları hiçbir şey durduramaz.
size derebeylik çağının kapandığını haber vermeye geldim. evet, artık kibirli bir adamın bütün kadınları ve genç kızları suistimal ettiği günler geride kaldı.
eğer bir genelev patronunu görmeye gidiyorsam, bakireliğin meziyetleri üzerine söylev çekmesini dinlemek için değildir.
bir kaleyi fethetmenin en iyi yolu içerden müttefikler bulmak değil midir?
ben ayaklarımla düşünürüm. ister istemez yollarda iz bırakıyorum. insanın ayaklarıyla dövdüğü ve başına doğru çıkan düşünceler insanı rahatlatır, canlandırır; başından ayaklarına doğru inenler ise hantallaştırır, cesaretini kırar.
vaktiyle araplar arasında edilen her bilgece söze bir deve hediye ederlermiş.
o vakitler gökyüzü o kadar basıktı ki kimse dimdik ayakta duramazdı. yine de hayat vardı, arzular ve şenlikler vardı. bu dünyada asla en iyi şeyin olması beklenmese de en kötüden kurtulma ümidi her gün besleniyordu.
senin tek emelin, babanın şeyhin elini öpmesi gibi, her sabah şeyhin oğlunun elini öpmek olamaz. kendin için yaşamak istiyorsan okumalı ve zenginleşmelisin. önce tahsil, sonra para. tersi değil! çünkü paran olduğunda tahsil görmeye ne sabrın olur ne de yaşın müsaade eder. önce tahsil ama gerçek anlamda tahsil; yoksa yalnızca o iyi niyetli papazın okulunda değil!
sen tanios, çocuk yüzünle ve altı bin yıllık başınla, kandan ve çamurdan ırmaklar geçtin, lekesiz çıktın. bedenini bir kadının bedenine daldırıp çıkardın, birbirinizden ayrılırken bakirdiniz ikiniz de. bugün yazgın tamamlandı, nihayet yaşamın başlıyor. in artık kayandan, dal denize! hiç olmazsa bedenin tatsın tuzun tadını.
arkamda dağ yükseliyor. ayaklarımda, gün batımında çakalların sesi duyulan vadi uzanıyor. orada, uzaklarda denizi görebiliyorum. ufka doğru dar ve uzun bir yol gibi uzanan denizi.