yuval noah harari
nietzsche'nin de söylediği gibi, yaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz. anlamlı bir hayat, zorluklar içinde geçse de son derece tatmin edici olabilir. buna karşılık anlamsız bir hayat da ne kadar konforlu olursa olsun korkunç olabilir.
her çağda ve her kültürde, insanlar aynı zevkleri ve acıları hissetse de, bu deneyimlere atfettikleri anlamlar muhtemelen büyük ölçüde farklılık gösteriyordu. eğer öyleyse, mutluluğun tarihi biyologların sandığından çok daha çalkantılı olabilir. bu çıkarım modernitenin lehine değildir. yaşamı gündeliğe göre değerlendirirsek orta çağ insanlarının daha zor zamanlar geçirdiğini söyleyebiliriz; ama öbür dünyadaki ebedi mutluluğa inandılarsa, uzun vadede mutlak ve anlamsız bir unutuluştan başka bir beklentisi olmayan modern seküler insana kıyasla hayatlarını çok daha anlamlı ve değerli görmüş olmaları muhtemeldir. orta çağ insanlarına öznel mutluluk anketleri yapılıp "hayatınızdan memnun musunuz?" diye sorulsa çok daha yüksek puanlara ulaşabilirlerdi.
yani orta çağ atalarımız, ölümden sonraki hayatla ilgili kolektif sanrılarına bir anlam yükledikleri için mi daha mutluydular? evet. kimse fantezilerine karışmadıktan sonra neden olmasınlar ki?
tamamen bilimsel bir bakış açısıyla bilebildiğimiz kadarıyla insan yaşamının hiçbir anlamı yoktur. insanlar belirli bir amacı olmayan ve körlemesine ilerleyen evrimsel süreçlerin sonucudur ve faaliyetlerimiz ilahi bir kozmik planın parçası değildir. dünya yarın patlayarak yok olsa evrende hiçbir değişiklik olmazdı; tahmin edebileceğimiz kadarıyla insanların kendilerine dair anlam arayışı ve öznelliklerinin eksikliği de pek hissedilmezdi. bu yüzden, insanların yaşamlarına atfettiği herhangi bir anlam sadece sanrıdan ibarettir.
orta çağ'daki insanların hayatlarında bulduğu öbür dünyaya ilişkin anlamlar modern hümanist, milliyetçi veya kapitalistlerin buldukları anlamdan daha gerçek dışı değildi. insanlığın bilgi birikimini artırdığı için hayatının anlamlı olduğunu söyleyen bilim insanı, ana vatanı korumak adına savaştığı için hayatının anlamlı olduğunu söyleyen asker ve anlamı yeni bir şirket kurmakta bulan girişimci, orta çağ'da yaşayan ve eski metinleri okuyup kutsal savaşlara katılan veya yeni bir tapınak yapan muadillerinden daha mantıklı değildir.
bu yüzden mutluluk belki de, bir insanın anlamla ilgili sanrılarını, hakim kolektif sanrılarla uyumlu hale getirmesidir. kişisel hikayelerimiz etrafımızdakilerin hikayeleriyle uyumlu olduğu sürece hayatın anlamlı olduğunu ileri sürebilir ve bu bilinçle mutlu olabiliriz. bu aslında oldukça üzücü bir sonuç: mutluluk gerçekten kendi kendini kandırmaya mı bağlıdır?
mutluluk anketleri mutluluğumuzu, kendi öznel değerlendirmemizle ve mutluluğun peşinden koşmayı belirli bir duygu durumunu yakalama çabasıyla ilişkilendirirler. buna karşılık budizm gibi pek çok geleneksel felsefe ve dini akımdaysa mutluluğun sırrı kendinizle ilgili gerçeği bilmektir, gerçekten kim veya ne olduğunuzu anlamaktır. çoğu insan yanlış biçimde, kendilerini duyguları, düşünceleri, sevdikleri ve sevmedikleriyle tanımlar. öfke hissettiklerinde "ben öfkeliyim, bu benim öfkem." diye düşünürler. tüm yaşamlarını bazı duygulardan kaçınmaya ve başka duyguların peşinden koşmaya harcarlar. duygularıyla aynı şey olmadıklarını, bazı duyguların peşinden durup dinlenmeden koşmanın insanı nasıl sefil hale getirdiğini görmezler.
eğer böyleyse mutluluğun tarihi konusundaki anlayışımız tamamen yanlış yönlendirilmiş demektir. belki de insanların beklentilerinin gerçekleşmesi ve keyifli duygular hissetmeleri o kadar da önemli değildir. asıl mesele insanların kendileriyle ilgili gerçeği bilip bilmemeleridir. günümüzde insanların bunu eski avcı toplayıcılardan veya orta çağ köylülerinden daha iyi anladığına dair elimizde herhangi bir kanıt var mı?
akademisyenler mutluluğun tarihini incelemeye sadece birkaç yıl önce başladı; hâlâ ilk hipotezlerimizi formüle etmekle ve uygun araştırma yöntemlerini aramakla uğraşıyoruz. daha yeni başlamış bir tartışmayla ilgili kesin sonuçlara varmak için henüz çok erken, şu aşamada önemli olan şey doğru soruları sormak ve mümkün olduğunca farklı yaklaşımlardan haberdar olmak.
tüm bu çalışmaların en önemli bulgusuysa mutluluğun zenginlik, sağlık hatta topluluk gibi ölçülebilir koşullara bağlı olmadığıdır. mutluluk daha ziyade somut durumla soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır. eğer bir kağnı istiyorsanız ve kağnıyı alabiliyorsanız memnunsunuzdur, ferrari isterken ancak ikinci el bir tofaş alabiliyorsanız yoksunluk hissedersiniz. bu yüzden lotoyu tutturmak uzun vadede insanların mutluluğu üzerinde çok ciddi bir araba kazasıyla aynı etkiyi yaratabiliyor. durumumuz iyileşince beklentilerimiz yükseliyor ve sonuç olarak nesnel koşullarımızdaki büyük gelişmeler bile bizi memnuniyetsiz kılabiliyor. koşullar kötüleşince beklentiler iyice azalıyor ve ciddi bir hastalık bile bizi önceki halimizden daha mutsuz etmiyor.
bunu anlamak için psikologlara ve birtakım anketlere gerek olmadığını düşünebilirsiniz. binlerce yıl önce yaşayan peygamberler, şairler ve filozoflar zaten elinizdekilerden memnun olmanın, daha fazlasını elde etmekten çok daha önemli olduğunu söylemişlerdi. belki de öyle; ama bu kadar çok sayıyla ve tabloyla desteklenen modern araştırmaların eskilerin vardığı sonuca varmaları yine de güzel.