charles bukowski
basit öfkeler basit yarıklar gibi ekim güneşinde yok olurlar.
ben inatla tutunmaya çalışırken düzüyor muydum yoksa düzülüyor mu bilmiyordum; ama insan genellikle bilmez.
klas, görülebilen bir şeydir; hissedilir, tanımlanamaz. kimi insanda görürsün, hayvanlarda ve sirk trapezcilerinde vardır; yürüyüşte, tavırlarda kendini belli eder. genellikle içten gelen bir şeydir, dışa yansır.
sevgi başka nedir ki? iyi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır. kan bağı gerekmez, kırmızı bir deniz topu ya da üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek de sevilebilir.
bazen delilik o denli gerçektir ki delilik olmaktan çıkar.
whitman'ın bir sözünü hatırlıyorum: "büyük şair yaratmak için büyük dinleyici gerek." ben whitman'ı her zaman kendimden daha iyi bir şair olarak görmüşümdür, önemi varsa, ama bu kez fena yanılmış, şöyle olmalıydı: "büyük dinleyici yaratmak için büyük şairler gerek."
kentler insanları öldürmek için inşa edilirler.
başka düzlemde bir dünya toplumu, birbirlerini mesleklerine göre değerlendirirler. yankesiciler araba hırsızları ile samimiyet kurmaz, araba hırsızları tecavüzcülerle, tecavüzcüler sübyancılarla, her mahkum işlediği suça göre değerlendirilir. porno film yapımcısı itibar görürken bir çocuğa sarkıntılık etmiş biri aşağılanır.
nixon ile humphrey arasında seçim yapmak sıcak bok ile soğuk bok arasında seçim yapmak zorunda bırakılmaktır.
"sevgili bay bukowski, yazmaya otuz beş yaşınızda başladığınızı söylüyorsunuz. ondan önce ne yapıyordunuz?" e.r.
"sevgili e.r., yazmıyordum."
kamu bir yazardan ya da yazılarından ihtiyacı olanı alır, gerisini boş verir. ama genellikle aldığı en az ihtiyaç duyduğudur, boş verdiği ise en çok.
geri zekalının cesareti değil, düşünebilen kişinin cesareti önemlidir.
her şey posta kutusu ile başlar, posta kutusu ile biter. bir gün posta kutularından kurtulmanın yolu bulunursa çektiğimiz acılar büyük ölçüde azalacak. şu anda tek ümidimiz hidrojen bombası ve bütün kasvetime rağmen bunun uygun bir çözüm olacağını sanmıyorum.
sinsi hırsızı asıl heyecanlandıran, çaldığı nesnenin değerinden çok çalma eyleminin kendisidir.
hastaneler sizi neden sunmaksızın öldürmeye çalıştıkları yerlerdir. hastanelerdeki soğuk ve ölçülü acımasızlığın nedeni doktorların fazla mesai yapmaları ya da ölümü kanıksamış, sıkılmış olmaları değildir. asıl neden çoğu zaman başları ile kıçlarını ayırt etmeyi beceremeyen, cahillerin hayranlığa boğulup merhemi elinde bulunduran büyücü olarak gördükleri ve çok az iş yapıp çok fazla para kazanan doktorların kendileridir.