ahmet haşim
cenap şahabettin, çocukluğumdan beri sevdiğim bir şairdir.
edebiyata tamamen yabancı bazı münakaşaların gölgesi altında kalan alıştığım çehresi bana son senelerde birden sevimsiz ve yabancı görünmeye başlamıştı. herkesle beraber ben de bu süslü ve zarif ruhu sahtelikle sakatlanmış ve lisanını fazla yüklü bulmaya başlamıştım.
geçenlerde, tenha bir gece gezintisinde, unutulmuş zannettiğim bazı mısralarının mehtaptan cesaret alan titrek kış kuşları gibi birden hafızamın uzak dalları üzerinde ötüştüklerini duydum. ruhum titreme içinde kaldı.
düşmüştü siyeh berk-i şebe şebnem-i simin
şebnem gibi titrerdi kamer leyl üzerinde
(düşmüştü gecenin siyah yaprağına gümüş şebnem
şebnem gibi titrerdi ay gecenin üzerinde)
kullanılan kelimelerin bugünkü düşkün kıymeti haricinde, şiirin anlattığı gece alemi gözlerimizin alıştığı, o eski alem değildir: "gece büyük ve siyah bir yapraktır. ay bu yaprağın üzerinde iri bir şebnem tanesi gibi duruyor." bu garip ve güzel şiir manzarası eski olmak şöyle dursun, hatta bu sahada henüz varmadığımız bir yenilik ve tazelik merhalesindedir.
zülfünü bi-nizâm ü bi-pervâ
dağıtır şâne-i tabiiyyet
cem eder bâ-kemâl-i istiğna
lemse-i şûh-ı bâd-ı nisviyyet
(zülfünü düzensiz ve pervasız
dağıtır tabiatın tarağı
toplar gönül tokluğunun olgunluğuyla
kadınlık rüzgârının şuh dokunuşu)
bu dört mısrayla çizilen çehre fransız ressamı helleu'nün en zarif kadın başlarını bile geçiyor. altın saçlar, paris veya viyana'nın en usta bir berberi makasıyla kesilmiş gibidir. dağılan saçları toplayan el çağdaş bir zarafetin terbiye ettiği en dişi hareketlerle kımıldanıyor.
ya kelimeler? ya bu farsça ve arapçanın gülünç bir israfla kullanımı? bu, istenilerek yapılmış bir hünerdir. zira onun yazdığı senelerde birçok şair sade denilecek bir lisanla yazardı. esasen bir türk için türkçe yazmak kadar kolay ve tabii ne olabilir? fakat cenap şahabettin genç olduğu senelerde fransa'da gayet itibarda olan roman okulu'nun türkiye'de bir takipçisiydi.
roman okulu şairleri ingilizlerin "pre-raphaelite"leri gibi yeni mazmunları orta çağ'a mahsus kisveler içinde göstermeyi isterler, sözlüğün en unutulmuş kelimelerini zümrüt, yakut, inci ve elmas türünden çok değerli mücevherler gibi yeni bir hayale göre örülmüş altın kafesler üzerine bindirirlerdi. bunlar eski değil, eskiliği estetik bir endişeyle yenileştiren sanatkârlardır.
cenap şahabettin de aynı estetiğe göre, dokusu halis türkçe olan bir lisan içinde, tınısı garip eski kelimelere kasten yer verirdi. çin ve japonya'dan getirilmiş eski mermerler, billurlar, ipekler ve seccadelerle süslü yeni bir salon ne kadar eskiyse, cenap'ın şiiri de o kadar eskidir.
eda ve hayaldeki yapmacığa gelince, bu da yeni şiirin en güzel hususiyetlerinden biridir. yeni kadın çehreleri gibi. geçenlerde bir yazarın dediği üzere, şimdi boyanmamış bir kadın yüzü insana bir türlü medeni bir çehre hissini vermiyor.