hüseyin rahmi gürpınar
"şimdiye kadar sevilmedim. çok özendim. fakat sanırım ki sevmedim. yahut biraz öyle zannettiklerimin sevgi olmadığını şimdi anlıyorum. gençlerin kalplerini saadetle dolduran sevda perisi benim gönlümde hiçbir vakit bir hakikat şekline girmek lütfunu göstermedi. daima bir hayal şeklinde kaldı. işte ben öyle oyalandım. hep hayaller hülyalar arkasından koştum. hep mevcut olmayan 'afet'ler için ağladım. bu hiçler için o kadar yoruldum ki aşkı da inkâr edecek bir hale geldim."
irfan galip, kendine eş olabilmek için el ele vererek gençliğin aşkı süsleyen hayallerinde, altın yaldızlı ufuklarında birlikte yükselmenin zevkiyle uçacak bir melek arıyordu.
onu nerede bulacaktı? nerede? hayalinin mahsulü olan bu müstesna varlığı, emel perisini istanbul'da değil en medeni memleketlerin gelişmiş ve görgülü çevrelerinde bile düşünemiyordu.
istanbul'da kimi alacaktı? gezinmek için mezarlıkların çimenleri üzerine çömelerek gelip geçenlere bezden paça bağlarını göstere göstere simit-peynir, akide şekeri, portakal yiyen hanım kızları mı?
hem böyle bir memlekette evlenmekten gaye ne olacaktı? bu yosunlu damların altındaki kasvetli hayatın içinde yaşatmak, bu kirli sokakların bozuk kaldırımları üzerinde süründürmek için evlat yetiştirmek mi?
doğacak evladını hayatın nimetlerine erdirmek için zamanın gelişmelerine uygun mektep hazırlamayı bile düşünmeyen bir milletin kahır ve sefalet içindeki nüfusunu arttırmaya hizmet insanlığa hayırseverlik etmek midir?
irfan'ın bahtiyarca tesadüflerden sonra uğradığı sevdalardan, çektiği üzüntülerden, azaplardan, bütün bu asabi, hayali hazlardan, işkencelerden kimsenin haberi yoktu. hep kendi kendine gelin güveyi oluyordu. yirmi iki yaşına kadar itirafsız sevdalar, karşılık görmeyen ahlar, inlemeler, gözyaşları, açık bir hakikate yöneltilmeyen tapınışlarla yorulmuş, delice denecek hayaller arkasından koşmuştu.
aşk konusunda pek mahcup ve cesaretsizdi. daima böyle hayallere âşık oluyor. bir hakikat önünde sevgisini itiraf ettiği gün iyi karşılanmayacağı hakkında düştüğü garip bir zan kendini öldürüyor, her cüretini kırıyordu. kendileri için bu kadar gizli yaşlar döktüğü halde henüz güzel bir kadının pek az bir iltifatına erememiş bulunması ümitsizliğini arttırıyordu. bu işte mutlaka bir talih tecrübesi lazımdı.
yine bu güzellerden birine tesadüf ettiği bir gün, niyetlendiği tecrübesini yapmaya kalkıştı. bütün cesaretini toplayarak kadının kulağı dibinde birkaç hayranlık kelimesi mırıldandı. o kadar acemice ki, birbirini takip eden her kelimede sesi kuvvetten düşüyor, sözler açıklığını kaybediyor, nihayet anlaşılmaz birer mırıltı halini alıyordu. genç kadın irfan'ın bu kararsız, çekingen, şaşkınca sataşmasına karşı cevap olarak derin bir hayret manasıyla kaşlarını kaldırdı. dudaklarını büzdü. delikanlıyı alaylı bir bakışla süzdü. şemsiyesini indirip hiçbir şey söylemeden yürüyüverdi.
irfan bu sessiz hakaret karşısında öldü, bitti, eridi. o günden sonra kadınlara düşman oldu. erkeklere kıyasla kadınların anlayış noksanlığı, zaafları, birçok tabii durumda olgun davranmadıkları hakkında yazılar yayımladı. bu yazılara içerleyen birkaç hanım yine basın yoluyla küskün cevaplar verdiler. mesele kızıştı. basın dünyasında irfan, kadın düşmanlığıyla biraz tanındı. fakat ne yapsa, ne etse kadınlardan tamamıyla hıncını alamıyordu.