emil cioran
her şey hiçtir, buna hiçlik bilinci de dahil.
tüm toplumların temelinde aynı şey yatar: itaat ediyor olma gururu. bu gurur artık var olmadığında toplum da çöker.
bir çiçek yalnızca solduğunda çiçek olmayı tamamlar, der japonlar. aynısını medeniyet için de söylemek mümkündür.
umut, hezeyanın olağan şeklidir.
başarılar, rütbeler ve geri kalan tüm o diğer şeyler, sadece bunu deneyimlemiş olan kişi sonunun çok fena olacağını hissetmişse bağışlanabilirdir. böylece kişi, o an geldiğinde, çöküşü tamamlandığında, onları sırf eğlenmek uğruna kabul etmiş olacaktır.
ümit ediyor oluşu tedavi edilmedikçe insan köledir ve öyle kalacaktır.
mücadelem dünyaya karşı değil, daha büyük bir güce karşı, dünyadan bezginliğime karşı.
var olmak köşeye sıkışmaktır.
kaderimi suçlamaktan asla vazgeçmedim, aksi halde onunla nasıl yüzleşebilirdim? kaderimi suçlamak, kendimi ona uyumlu kılacak ve ona dayanmamı sağlayacak tek ümidimdi.
sağlıklı olmak duyarsız olmaktır; hatta gerçek dışı olmaktır. acı çekmeyi durdurduğumuz an var olmayı durdururuz.
acı çekmemiş olan biri bir varlık değildir, olsa olsa bir yaratıktır.
bu mezarlar yığınına baktığımda, insanların ölümden başka endişeleri yokmuş gibi görünüyor.
biri bir şeyi anladığında, en iyisi oracıkta ölüvermesidir. anlaşılan nedir peki? gerçekten kavradığımı şey, hiçbir biçimde ifade edilemez veya bir başkasına aktarılamaz; hatta kendimize bile aktarılamaz. bundandır ki, kendi sırrımızın gerçek doğasını anlamaksızın ölürüz.
bir bedenin kaderinden daha gizemli bir şey yoktur.
hakiki ahlaki zarafet, kişinin kendi zaferlerini mağlubiyet olarak göstermesi sanatında yatar.
yaşlılık, en nihayetinde, yaşamış olmanın cezasıdır.
laos gibi bazı asya ülkelerinde ciddi bir hastalığı atlatmış olan kişi ismini değiştirir. bu geleneğin kökeninde biz vizyon yatmaktadır! aslına bakılırsa başımıza gelen önemli bir deneyimin ardından bizler de ismimizi değiştirmeliyiz.
via bir nevi dipnot!