charles bukowski
bazı testler yaptırmak için doktora gitmiştim. üç kez kan alınması gerekiyordu. ikincisi birincisinden on dakika, üçüncüsü ikincisinden on beş dakika sonra. ikinci kan alınmış, aradaki on beş dakikayı doldurmak için sokağa çıkmış yürüyordum. yürürken karşı kaldırımdaki otobüs durağında oturan kadın dikkatimi çekti.
milyonlarca kadının içinden biri çıkar ve içinizde uykuya yatmış ne varsa canlandırır. yapılarında bir uyum vardır, giydikleri elbisedir bazen sizi çeken ya da kendilerine özgü bir hava.
parlak sarı bir elbise vardı üstünde, bacak bacak üstüne atmıştı. ayak bilekleri ince ama bacakları dolgun, kalçalı bir kadındı. yüzünde sizi oyun oynamaya davet eden bir şey vardı. gizlice size gülüyormuş gibi.
trafik lambasına yürüyüp karşıya geçtim. otobüs durağına doğru yürüdüm. kendime hakim olamıyordum. yanına vardığımda kalktı ve yürümeye başladı. kalçaları aklımı başımdan almıştı. topuk seslerini dinleyerek ardından yürürken onu gözlerimle yiyordum.
neyin var? diye geçirdim içimden. kendine hakim olamıyorsun. umrumda bile değil, dedi içimde bir ses.
postanenin önüne gelince içeri girdi. ben de peşinden. dört beş kişilik bir sıra vardı. ılık ve hoş bir akşamüstüydü. insanlar düşte gibiydi. ben kesinlikle düşteydim. ondan beş santim uzaktayım, diye geçirdim içimden, ona dokunabilirim.
yedi dolar seksen beş sentlik para havalesi yaptırdı. sesini dinledim. sesi bile özel bir şehvet makinesinden gelir gibiydi. dışarı çıktı. hiç işime yaramayacak bir düzine posta kartı alıp telaşla dışarı fırladım. otobüs durağındaydı ve otobüs durağa yanaşmak üzereydi. son anda otobüse atlayıp yanındaki boş koltuğa oturdum. uzun süre yol aldık. onu takip ettiğimin farkındaydı mutlaka; ama rahatsız olmuş görünmüyordu.
altı-yedi kilometre yol aldık. aniden ayağa fırlayıp düğmeye bastı. ayak uçlarında yükseldiğinde daracık elbisesi yukarı çıktı. tanrım, dayanılır gibi değildi! o ön kapıdan indi, ben arka. ilk köşeden döndü, ben de peşinden. bir kez olsun arkasına bakmamıştı.
blok apartmanlardan oluşmuş bir semtti. izledikçe daha çekici buluyordum onu. böyle kadınların sokakta yürümeleri yasaklanmalı. sonra "hudson arms" adında bir binaya girdi. o asansörü beklerken ben dışarda durdum. asansöre girdiğini gördüm, asansörün kapısı kapanır kapanmaz binaya girdim. asansör kapısının önünde durup bekledim, kapının açıldığını ve asansörden çıktığını duydum. asansörün çağrı düğmesine bastım, saymaya başladım. bir, iki, üç, dört, beş, altı..
asansör geldiğinde on sekize kadar saymıştım. asansöre girip en üst düğmeye bastım, dördüncü kat. saymaya başladım. dördüncü kata geldiğimde yirmi dörde kadar saymıştım. üçüncü katta bir yerlerde olmalıydı. üçüncü kat düğmesine bastım. altı saniye. sonra asansörden çıktım. bir sürü daire vardı. ilk dairede bulacak kadar şanslı olmadığıma karar verip ikinci dairenin kapısını çaldım. kel kafalı bir adam açtı kapıyı. üstünde fanila vardı, pantolon askısı kullanıyordu.
"concord hayat sigorta şirketi'nden geliyorum. sigortanız yeterli mi?" "git!" dedi kel ve kapıyı kapattı.
yan kapıyı çaldım. kırk sekiz yaşlarında, yüzü kırışmış, şişman bir kadın açtı kapıyı. "içeri girin lütfen." dedi. girdim. "oğlum ve ben açız." dedi. "kocam iki yıl önce sokak ortasında düşüp öldü. durup dururken. ayda doksan dolarla geçinemiyoruz. oğlum aç. oğluma bir yumurta alacak kadar para verebilir misiniz?"
süzdüm kadını. oğlan odanın ortasında durmuş sırıtıyordu. on iki yaşlarında, irice ve biraz eblehti. sırıtıp duruyordu. kadına bir dolar verdim. "sağ olun, bayım, sağ olun!"
kollarını boynuma dolayıp beni öptü. ağzının içi ıslak ve yumuşaktı. dilini ağzıma soktu. kusacak gibi oldum. dolgun ve tükürüklüydü dili. memeleri çok iri ve yumuşaktı. kollarından kurtuldum.
"kendinizi çok yalnız hissettiğiniz olmaz mı? bir kadına ihtiyacınız yok mu? iyi ve temiz bir kadınım ben, gerçekten. benden hastalık filan kapmazsınız."
"gitmem gerek." dedim, kendimi dışarı attım.
üç kapı daha denedim, olmadı. dördüncüsünde buldum onu. kapı hafif aralıktı. içeri girip kapıyı kapattım. zevkli döşenmişti içerisi. hiç kımıldamadan bana baktı. ne zaman bağıracak, diye geçirdim içimden. sertleşmiştim. üstüne yürüdüm, saçından kavrayıp öptüm. karşı koymaya çalıştı. sarı elbise üstündeydi hâlâ. geri çekilip dört kez tokatladım. tekrar kollarıma aldığımda direnci kırılmıştı. bir süre birlikte sendeledik. elbisesini yakasından göbeğine kadar yırttım, sütyenini parçaladım. inanılmazdı göğüsleri, volkanik. göğüslerini emdim, sonra ağzını öptüm. elbisesini kaldırıp külotunu çıkardı. ayakta aldım onu. işimi bitirince kanepeye fırlattım. açık bacakları ile bana bakıyordu. doymamıştım.
"banyoya git." dedim, "temizlen."
buzdolabını açtım. bir şişe kaliteli şarap buldum. iki bardak alıp şarap koydum. banyodan çıktığında içkisini eline tutuşturdum, kanepeye oturduk.
"adın ne?"
"vera."
"zevk aldın mı?"
"evet. birinin bana zorla sahip olması hoşuma gider. beni takip ettiğini biliyordum. ümitlenmiştim. asansöre bindiğimde gelmeyince cesaretini yitirdiğini düşündüm. daha önce bir kez tecavüze uğradım. güzel bir kadının erkek bulması kolay olmuyor. erkekler erişilmez olduğumuzu düşünüyorlar."
"bu şekilde giyinip sokaklara çıktığında erkeklere işkence ettiğinin farkındasın, değil mi?"
"evet. bir dahaki sefere kemerini kullanmanı istiyorum."
"kemerimi mi?"
"evet. kıçımı, kalçalarımı, bacaklarımı kırbaçlamanı istiyorum. canımı yak, sonra da bana sahip ol. bana tecavüz edeceğini söyle."
"tamam. canını yakacağım. sana tecavüz edeceğim."
saçından kavrayıp vahşice öptüm, dudaklarını çiğnedim.
"düz beni!" dedi, "düz beni!"
"dur" dedim, "biraz dinlenmem gerek."
fermuarımı indirip kamışımı eline aldı.
"ne kadar güzel. mor, kavisli."
ağzına aldı. işi biliyordu.
"aman allahım!" diye inledim.
teslim olmuştum. altı-yedi dakika dayanabildim, sonra iliğimi emdi.
"bak" dedim, "bu geceyi burada geçireceğim anlaşılan. gücümü toparlamam gerek. ben duş yaparken bana yiyecek bir şeyler hazırla."
"olur." dedi.
banyoya girip kapıyı çektim, sıcak suyu açtım, giysilerimi çıkarıp astım.
duşumu yaptım, üstüme bir havlu sarıp banyodan çıktım. aynı anda kapı açıldı, odaya iki polis daldı.
"bu orospu çocuğu bana tecavüz etti!" dedi polislere.
"bir dakika" dedim.
"giyin ahbap" dedi polislerden iri yarı olan.
"bir şaka mı bu, vera?"
"hayır, bana tecavüz ettin! beni oral seks yapmaya zorladın!"
"giyin ahbap" dedi iri polis, "bir daha söyletme!"
banyoya girip giyinmeye başladım. dışarı çıkar çıkmaz kelepçeyi geçirdiler.
"ırz düşmanı!" dedi vera.
asansöre binip aşağı indik. lobiden geçerken herkes bana baktı. vera dairesinde kalmıştı. polisler kaba kuvvet kullanarak arka koltuğa oturttular beni.
"değer mi, arkadaş?" dedi iri polis, "bir kadın için hayatını mahvediyorsun, değer mi?"
"tam da tecavüz sayılmaz." dedim.
"genellikle öyledir."
"evet" dedim. "haklısın galiba."
beni tutuklayıp hücreye tıktılar. bir kadının sözü yeterliydi. adalet bu muydu? sonra düşündüm. bu kadına tecavüz etmiş miydim, etmemiş miydim? bilemiyordum. sonra uyumuşum. sabah greyfurt, çorba, ekmek ve kahve verdiler. greyfurt? klas bir yere düşmüştüm!
hücremde on beş dakika kadar geçirmiştim ki kapı açıldı.
"şanslısın, bukowski, kadın davacı olmuyor."
"harika! harika!"
"adımını dikkatli at."
"tabii, tabii!"
pılımı pırtımı alıp dışarı çıktım. otobüse bindim, otobüs değiştirdim, apartmanın yakınında bir yerde indim. bir süre sonra apartmanın kapısının önündeydim. ne yapacağıma karar veremiyordum. yirmi beş dakika durdum orada. günlerden cumartesiydi. evde olmalıydı. içeri girdim, asansöre bindim, üçüncü kat düğmesine bastım. üçüncü katta asansörden indim ve kapıyı çaldım. evdeydi. içeri daldım.
"oğlun için bir dolar getirdim." dedim.
aldı.
"teşekkür ederim! teşekkür ederim!"
ağzını ağzıma dayadı. ıslak bir elektrik süpürgesinden farksızdı. tükürüklü dilini ağzıma soktu. emdim. elbisesini kaldırdım. iri, kocaman bir göt. bol göt. sol tarafında küçük bir deliği olan kocaman beyaz bir don. boy aynasının karşısındaydık. götünü kavrayıp ağzımı ağzına bastırdım. dillerimiz iki çıngıraklı yılan gibi oynaştılar. sertleşmiştim.
eblek oğlan odanın ortasında durmuş bize sırıtıyordu.