halit ziya uşaklıgil
aşk, geçici bir neşe, bir hayal değil midir?
aşk! o, gençlerin dudakları titreyerek, kalpleri çarparak, gözleri yanarak söyledikleri kelime, o gençliğin ruhsal bir hastalığından, beynin gelip geçici bir ateşli hastalığından başka bir şey midir? aşk! gençler, bu kelimeyi söylerken zihinlerinde yüce, ilahi, meleklere özgü bir kuvvet hayal ederler; kalplerinde o kuvvete bir mabet meydana getirirler. bütün fikirleri, bütün hisleri ona tapınmaya adanmıştır. fakat ihtiyarlara sorulsun; öfke zamanları, heyecanlı fikirleri dinginlikle son bulmuş o ihtiyarlara sorulsun da görülsün, aşk ne demektir!
aşkın taşmasına hiçbir şey bir felaketten daha çok yardımcı olamaz.
aşk, bir şişe parçasına benzer. insanın gözlerinde ruh okşayan, hayal uyandıran renklerden oluşan bir sihir âlemi gösterir. insan, saadeti bu renklerden, bu ışıklardan, onların içinde uçuşan gülüşlerden oluşmuş zanneder; fakat bir kaza dokunup da o şişe düşüp kırılsa, o hayali saadet, bir rüyadan sonra kalan hatıra kalıntısı gibi silinir, elde şişenin kırıklarından başka bir şey kalmaz.
aşkta saadet aramak, şarapta neşe aramaya benzer. onun sarhoşluk lezzeti uçtuktan sonra ruhta acıklı bir uyuşukluk bırakır. seviyorum, seviliyorum, mesudum zannedersiniz; elinizde henüz dolu duran, size neşe veren kadehi bitiriniz, onun dibinde sizi bekleyen şey üzüntüden başka bir şey değildir.
kalbimizdeki hisler yine bizden gördükleri izin üzerine ortaya çıkmışlar, var olmuşlar, yayılmışlardır. her arzumuzu kendimiz icat ettiğimiz gibi aşkımızı da kendimiz icat ederiz.
doğrudur, gençlik her şeye inandırır. gençler sevdiklerine, sevildiklerine, sevmek dedikleri o kuruntu, gerçek olmayan, hayali şeyin hakikatine, biraz şiirli, biraz hayalli, biraz tatlı olan şeylerin hepsine inanırlar. kendilerine hülyadan kurulu, yapma bir hakikat icat ederler; fakat o hakikate biraz ihtiyar gözleriyle bakınız, ne kadar hayale dayalı olduğunu anlarsınız.