26.01.2009

kediler

samipaşazade sezai

"hanım! en son cevabını isterim. ya ben, ya kediler!"

"kediler!"

bir kocanın ümitsizliği, bir kadının kararsız arzuları, sevginin mutluluk çayırı üzerine temellerini gül fidanlarından, sevda rüzgârının tutarsızlığına karşı camlarını nurdan, eşyalarını tülden inşa edip döşediği evlilik sarayının çöküşü, hep bu birkaç kelimeden ibaret olan konuşmada saklıydı.

kediler! öyle mi? demek ki otuz üç sene yan yana geçen bir beraberliğin sonucu, evlilik bilmecesinin çözümü bu cevap oluyor. otuz üç sene önce, evliliğin ilk aylarında sevginin sonsuzluğuna, aşkın ölümsüzlüğüne yeminler eden âşığının ağzından, kendisinin kedilere, her türlü mana ve yetenekten yoksun keyfi bir ilgi için feda edildiğini işitmek onurunu kırdığından, artık bu hale bir son vermek üzere kesin karar almıştı.

zavallı koca! karısının söz sahibi olduğu eve getirip topladığı yirmi otuz kedinin verdiği sıkıntı ve rahatsızlıktan artık usanmıştı. evin içinde ev sahibinden bile havalı bir yürüyüşle kuyruklarını kaldırıp bu bahtsız kocaya küçümsercesine bakışlar atarak dolaşan bu kibirli hayvanlar kanepelerini istila etmiş, koltuk sandalyelerinde uyurlar, o senenin soğuk kışında ısınmak için yaktığı ateşin karşısında düşünürler; sofalarında, odalarında kulak tırmalayıcı seslerle kavga ederlerdi. günden güne küstah tavırlarını artırarak çoğalan kediler bu adama evinde ayakta duracak bir yer bırakmamaya başladılar.

bir sabah gayet erken uyanarak kendi âleminde bir kahvaltı etmek için küçük odasına çekildiği zaman, sokakta birtakım çocukların ağladığını işiterek pencereden dışarı baktı. kulağına gelen seslerin kedilerin birbiriyle dalaşırken çıkardığı sesler olduğunu anlayınca, aldandığından dolayı büyük bir öfkeyle iskemlesine oturdu. iskemleye oturduğunda, yüzünün iki uç noktası olan alnıyla çenesinin geriye doğru çekik, gözlerinin büyük ve biraz fırlak olmasıyla bir arayıcılık hali kazanan yüzünü iki tarafa döndürerek hayretle etrafına bakınıyordu; zira kedinin biri ekmeğini çalmış, diğeri sütlü kahvesini içmiş, öteki de fincanını kırmıştı. kendi kendine üzüntü ve şaşkınlıkla, "kime dert anlatmalı! bu kibirli, vefasız, değer bilmez hayvanların kadınlar elbette taraftarı olur! zaten kedi, kadındır." diyordu.

bir günlük emeğiyle elde ettiklerinin böyle ziyan olmasının verdiği üzüntüyle başını eline dayayarak pencerenin önünde oturdu. işte orada, duvarın altında, kahvesini içen, ekmeğini çalan, fincanını kıran, kendisini sabah keyfinden mahrum eden, velhasıl bütün rahat ve huzurunu elinden alan kediler, güneşe karşı abanoz gibi parlak siyah, kar gibi beyaz, sarı benekli, göz alıcı renkleri ve her an ve saniye renkleri değişen ışıl ışıl gözleri gökkuşağı gibi görünürken ön ayaklarını önce ağızlarına götürüp kadınlara has işveli bir tavırla yüzlerini temizleyerek huzur içinde kahvaltısını hazmetmekte ve öğle yemeğine hazırlanmaktaydılar.

evin sahibi tarafından kendisine tercih edilen bu yırtıcı hayvanların kayıtsız halleri sinirine dokunarak sofaya çıktı. orada, merdivenin orta basamaklarında, bıyıkları, yüzü, başı siyah lekelere boyanmış beyaz kediyi görür görmez, "kahvemi sen içtin! fincanımı sen kırdın! öyle mi?" diyerek odasından bastonunu alıp ayaklarının ucuna basarak yavaş yavaş kedinin yanına sokuldu. hazır eline fırsat geçmişken istediği gibi intikamını almak için vücudunun en can alacak yerini nişanladı. bastonunu kaldırdı. kedi kımıldıyor. kaçacak. değneğini şiddetle üzerine indirir indirmez, pek çevik olan bu afacan hemen sıçrayınca ayağı kayarak büyük bir gürültüyle merdivenlerden aşağı yuvarlandı. merdivenin altında kolunun sızladığından şikâyet ederken varlığının diğer yarısı olan karısı karşısına çıkarak, "hiç kediye öyle vurulur mu? ya bir yeri kırılsaydı..." deyince zavallı herif şiddet ve öfkeyle "ben sana şimdi gösteririm!" diyerek odasına çıktı. karısı da kendisini takip ederek gayet sakin ve yumuşak biçimde diyordu ki, "ne yapacaksın? ne yapabilirsin? söyle de ben de anlayayım!"

bir camın arkasından görülen kıvılcım gibi, renkli güzellikten akseden bir damla yaşın durduğu büyük gözlerini; altmış senenin üzerinde izler, lekeler bırakarak geçtiği karısının yüzüne çevirerek, "ne mi yapabilirim? kaymakamlığa başvuracağım. senin kedilerini, yiyecek hırsızlığı, gasp ve haneye tecavüzden dava edeceğim! bakalım, o zaman bu hırsızların, bu haydutların bir tanesini burada görebilir misin?"

paltosunu, şapkasını giydi, kapıyı kıracak gibi şiddetle çekerek evden çıkıp gitti.