witold gombrowicz
inanın dostlarım, eylemin fiziksel görünümü, gövdedeki belirtiler, odadaki dağınıklık, benzeri bütün izler, yalnızca ikinci dereceden ayrıntılardır, doğrusunu söylemek gerekirse, gerçek bir cinayetin basit tamamlayıcılarıdır; birer adli tıp formalitesi, adalet önünde suçlunun bir nezaket gösterisidir, hepsi o kadar. cinayet tam anlamıyla ruhlarda gerçekleşir.
dış ayrıntılar? pöh. size bir tek örnek vereceğim: bir yeğen otuz yıldır karıştırdığı haltları keşfeden amcasının sırtına şu eski, uzun şapka iğnelerinden birini saplıyor. görüyorsunuz: böyle büyük bir psikolojik suç ve böylesine küçük fiziksel, ayırt edilmez bir iz, sırtta küçücük bir iğne deliği. söz konusu yeğen sonradan, dalgınlıkla amcasının sırtıyla, kuzeninin şapkasını karıştırmış olduğunu açıklamayı denemişti. kim bunu ciddiye alır ki? evet, evet, fiziksel düzeyde, cinayet bir hiçtir, önemi ruhlar düzeyindedir. organizmanın son derece dayanıksız olması, rastlantıyla veya şu yeğenin yaptığı gibi dalgınlıkla birini öldürmek olasıdır, nasıl olduğunu bilemeden birden dannn! bir ceset.
bir gün, balayının tam ortasında, tırnaklarının ucuna kadar kocasına âşık olan çok erdemli, sadık bir kadın, adamın ahududu tabağının üzerine beyaz bir şey sarktığını fark eder: solucan. kocanın dünyada en nefret ettiği şeyin de bu iğrenç kurtlar olduğunu bilmekte yarar var. uyaracağına, muzip bir gülümsemeyle izleyip, sonra "solucan yedin" der, "olamaz" diye haykırır adam ürpererek, "yedin, yedin" diye karşılık verip bir güzel betimler: işte şöyle, böyle, tombul, bembeyaz, falan. güler şakalaşırlar, koca kızmış gibi yapıp ellerini göğe kaldırır ve karısının kötülüğünden yakınır. olay unutulur. ama bir iki haftaya kalmadan kadın şaşkınlık içinde kocasının zayıfladığını, kuruduğunu, bütün yediklerini çıkardığını, kendinden tiksinmeye başladığını, zamanını kusmakla geçirdiğini gözlemler. gitgide tiksinmeye, korkunç hastalığa kapılmaya başlar. günlerden bir gün ağlamalar, inlemeler: adam birden ölmüş, kendi kendini kusmuştur. bir kafa bir gırtlak kalmıştır, gerisini kovaya boşaltmıştır. dul umutsuzluğa kapılır. ancak sıkı bir soru yağmuruna tutulunca itiraf eder: benliğinin en gizemli derinliklerinde, ahududu meselesinden önce kocasının patakladığı buldog köpeğine karşı doğal olmayan bir eğilim duymuştur.
veya bir aristokrat ailede, alaycı bir tonla "lütfen otursanıza" diye hiç durmadan tekrarlayarak annesini öldüren oğul vakasını alabiliriz. adaletin önünde sonuna kadar masumları oynamıştı. ah, cinayet öylesine kolaydır ki, bu kadar insanın doğal olarak ölmesine şaşmamak elde değil. özellikle yürek işe karışırsa: yürek, insanlar arasındaki şu gizemli bağ, sen ve ben arasındaki şu dolambaçlı yeraltı geçidi, şu emme basma tulumba, emmesini de basmasını da ne güzel bilir! ardından yalnızca büyük yas, cenaze yüzleri, acının onuru, ölü hazretleri, ha! ha! bütün bunlar ıstırap "saygı görsün" de kazayla, gizlice öldürülen yürek incelenmesin diye!