31.05.2019
uzun lafın kısası
jean meslier: insanlar hayal hastalarıdır. ilaçlarına alıcı bulmak için, çıkarcı şarlatanlar, hep insanların deliliklerini, budalalıklarını sürdürmeye özen gösterirler.
nabizade nazım: bir kadının elinden her şey gelir.
samipaşazade sezai: bilinmez ki, şark'ta her hakikat kadınlar gibi örtülüdür.
mizancı murat: hareketimi şunun bunun bileceğine, diyeceğine göre ayarlamıyorum. vicdanımın hükmü onu icap ettiriyor.
şemsettin sami: şu kadınları insan kafese kapasa da fayda yok, zapt olunamazlar.
ahmet mithat efendi: insanoğlunun yaratılışının gereğidir; insan kendi mutluluğundan yalnız kendinin haberdar olmasıyla kanaat etmez, herkesi de haberdar etmek ister.
direktör ali bey: bir memleketin büyümesi ahalisinin çoğalmasına ve ahalinin çoğalması da ticaret ve zanaatın varlığına bağlıdır. bu servet sebeplerine sahip olan bir şehir mutlaka büyür ve kale içinde bulunması büyümesine asla engel olmaz.
namık kemal: kendinden başka gönlümde bir şey bırakmadın.
safveti ziya: genç kızların yerleşmiş hiçbir tabiatları yoktur. onlar için her gün, her saat yeni bir şey hazırlar. bugün neşeli, yarın mahzundurlar. şimdi hayattan bezgin görünürlerken biraz sonra hayata dört elle sarılırlar. her defasında da "ne yapalım, tabiatımız böyle!" diyerek kendilerini anlatmak isterler. sözün kısası, genç kızlar saygıya ve sevgiye değer oldukları kadar sakınılacak, çekinilecek varlıklardır. başkalarına karışmam; fakat ben onlardan pek korkarım.
nabizade nazım: izdivaç muhabbetin mezarıdır.
recaizade mahmut ekrem: kadınlar çok muzırdırlar. onlar azap meleklerinin yeryüzünde ortaya çıkmış benzerleridir. bizi cennet kapısından cehenneme düşürürler.
yuval noah harari: tarihin en kesin yasalarından biri şudur: lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. insanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler.
29.05.2019
eylül
adi denilen kadınların diğerlerinden sadece şu farkları vardır ki onlarda her şey önceden bellidir, aldanmak tehlikesi yoktur. kimle iş gördüğünüzü bilirsiniz.
emin olun ki istiskalin ne olduğunu bilmeyen bir mahluk varsa o da kadındır. fakat ihanete gelince.. bakınız bunda benzeri yoktur. sanki sadece bunun için yaratılmıştır.
biz papaz değiliz ki bu manastırda yaşayalım. hayat kalabalık, güzel hava içinde olur. kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. insan, kalpleri birbirine bağlayan bu bağları o zaman anlar. öyle bir yer olmalı ki insan kalabalıkta yaşamalı fakat içine girmeden.
herkesin hayatında başkalarının iğrenç bulacakları anlar vardır.
dünyada intikam kadar tanımadığım bir his yoktur. bugün beni döven birini yarın biri döverken görsem ağlayacağım gelir.
azıcık fedakârlık olmayınca hiçbir şeyin uygulamaya geçmesi mümkün değildir.
eğer bütün ıstıraplarım bir ses bulsaydı hiç şüphe yok ki bu kadar vahşi, bu kadar merdümgiriz, bu kadar mutsuz olur, bu kadar karamsar ve karanlık olurdu.
insanın, hayatını temizliği, saflığı, dürüstlüğü için feda edebileceği bir kadın bulmanın ne kadar güç olduğunu düşündükçe kalbi ağlayacak kadar derin bir acıyla sızlıyordu. onun gibi biri; kendi şüphelerini, hâlâ tedavi edilemeyen bütün yaralarını ipek elleriyle saracak, onları iyi edecek, saflık ve sakin bir hayat içinde güzel kokularla dolduracak bir kadın..
kadınlar daima heyecan, daima telaş ederler; daima sinirleri rahatsızdır ve başları ağrır.
bir kadın mutlu etmek isterse her şeyi, severse her şeyi yapar.
türklük eğer kurtulacaksa kadınlar tarafından ve kadınlar sayesinde kurtarılacaktır. bunun için kadınlarımızı yükseltmeye çalışalım. yalnız, yalnız buna.
her şey boş, hep felsefeler, inançlar, sistemler.. hepsi. lakin bu kadınlardan bir tane olmayacak mıydı ki yüce bir ihtiyaca gönül versin ve tutkunu olsun, hayalî yüksek fikirlere özlem duysun, bu lekelerden tiksinsin, pak ve parlak yaşasın? hiç, hiçbir tane? halbuki o, bu imkânsızlığı olabilir zannetmişti.
ah, sadece aşk, sadece birbirini sevenlerin her şeyi unutup aydınlık, yaldızlı gördükleri coşkulu ve heyecanlı rüya var, sadece o, sadece o.
27.05.2019
aşk-ı memnu
insan halk için değil kendisi için yaşamalıdır.
öyle zamanlar olur ki gözyaşları mantıktan çok selamet verir.
dünyada en güzel şeyler çılgınlıklardan meydana gelir.
işte kır eğlenceleri böyledir. insan eğlenmek ümidiyle gider; eğlenmemiş, yorulmuş, kırılmış olarak döner.
kadınlar takip edildikçe içleri ferahtır. sizin hâlâ onlarla meşgul olmanız, hâlâ onların arkasından koşmanız çoğunlukla kalplerinin ihtiyacını karşılamaya kâfi gelir. fakat kayıtsız kalmanızı asla affedemezler ve o zaman o ilk düşüşten sonra onlar sizi takip eder.
bu bir mevsimlik sevişmenin son günleri onun için öyle bir dönemin başlangıç zamanı olmuştu ki o dönem sırasında elde olmadan, henüz aşk bıkkınlığının başladığı apaçık anlaşılacak kadar hisler açıklık kazanmaksızın, sevilen kadına yüklenecek kusurlar bulunur, onu aşkın baharında süsleyen bütün hülya çiçekleri artık solgun görünür. bir vakitler sevmek için icat olunan sebepler yavaş yavaş sevmemek için birer sebep kuvvetini alır.
hasta odaları hiçbir vakit, hiç kimse için pek iyi bir yer değildir.
nihayet erkeklerin hayatında bir saat çalar ki bütün o gelip geçici sevdaları bırakarak hayatta saadeti bir genç kızın ellerinde aramak zamanını hatırlatır.
26.05.2019
merak
evren örgütlü bir anarşidir.
evcillik bir hayvanın ruhunu sindirir. pantolonumun ağı yerine avını koklayan, mutfağımdaki bir kutuya değil de çimenlerin içine sıçan şeye saygı duyarım.
fransızlar bir ilişkinin en güzel yanının merdivenleri çıkmak olduğunu söylerler. arzulamak neredeyse her zaman doyumdan daha nefes kesicidir.
doğru şekilde kullanıldığı takdirde, dil insanın yaşamında ihtiyaç duyduğu tüm düzeni sağlayabilir.
hiçbirimiz evrenin kıçındaki sivilce olmaktan daha önemli değiliz.
siyaset insanların birine kendi iradesini zorla kabul ettirmek için büyük miktarda para ödedikleri durumdur. siyaset sadomazoşizmdir.
merak onu öldürmeden önce, kedi yüzlerce meraksız köpekten daha fazla şey öğrenir.
25.05.2019
şıpsevdi
ey zarafetine kurban olduğum cananım sabret. sevgimizin iftarı yakındır.
en samimi sevdalar umutsuz olanlarıdır.
karşımızdakine hoşnutluk vermenin en uygun yolu, yalnız dinlemek, kısa takdir kelimeleriyle karşınızdakinin zekâsına hayret etmek ve dinlemektir.
"âşık âlemi kör, dört tarafını duvar sanırmış."
az bilmek ve bildiğini insanlık için bilgi gayesi ve bundan dolayı kendini de her şeyin âlimi sanmak, bu çeşit öğrenim erbabını hakikatten çok hayale, ciddiyetten çok bilgiçliğe sevk eder. şarlatanlık bu gibi noksan bilgilerden çıkar. şarlatanlar işte böyle yetişir.
incelmek, kâmil olmak için daha çok yontulmak lazım. çok yontulmak lazım.
kişinin tavrı kendi aynasıdır.
en büyük edebi başarı, eserin sanat harikası olmasında değildir. o eseri methedecek dostların olmasındadır. şimdi bendeniz yazar arkadaşlarımın çekiciliklerinden birkaçını yemlemezsem, sonra benim yayımlanacak eserimi övmek için acele eden olur mu?
bir şeye başlayıp da yarım bırakmak uğur değildir.
yaşamak en sade tarifiyle emelleri yenilemekten başka bir şey değildir. şu kadar ki çevre ve zaman değişikliği ve yaş ilerledikçe emellerin çeşidi değişir. en emelsiz yaşamaya uğraşan filozofların şu kararlarında bile bir amaç, bir arzu gizlidir.
kardeşiniz meftun bey'in kardeşime görücü göndermesi evin içinde büyük bir fırtına kopardı. annem küplere bindi. pederim para vermekten korktuğu için o hiçbir şeye binmek istemez. o da yaya olarak öfkelendi. birbirlerini yediler. ne anlamsız şamata!
başkasında kınadığımız, eleştirdiğimiz durumların birçoğunu nefsimize uygun buluruz da kendi kendimizi ayıplama, kınama aklımıza gelmez.
"ger bana uymazsa eyyam, uyarım eyyama ben."
züğürtlere sınırsız hayal kadar ruha mutluluk veren seyrangâh mı olur? hayal, o sermayesiz servet, yokluk içinde o varlıktır ki hayal ve yaratma kuvveti geniş olan hayal erbabı şu âlemde imkânsız sayılan ne cennetler, ne bedava mutluluklar verir. her hakikatin sonucu hayal değil midir? daima biri diğerini izleyen bu iki kelime arasında avunmak yolunu keşfedebilenler akıllı kimseler sayılırlar.
"hakikatin şimşekleri fikirlerin çarpışmasından doğar."
insanların bütün mutsuzlukları, talihsizlikleri, kendilerini doğa kanunlarına uydurmayı bilmemelerindendir.
dünyada her şey bir sebeptir. insanların en büyük filozofundan en küçük işçisine kadar cümlesinin görevi, işi, gücü işte bu sebepleri güzel kullanmaya yol aramaktır.
şimdiki hastalıkların çoğu kötü yaşamaktan dolayı ihtiyarlardan çok gençlere geliyor.
21.05.2019
hayat
aklımızın üzerinde salındığı dipsiz kuyu, zorunluluğun değil, arıziliğin ve kötülüğün sıradanlığının kuyusudur. insan bir tesadüften ötürü suçlu ya da masum olamaz; sokakta muz kabuğuna basıp kaydığımız zamanlardaki gibi, sadece utanç duyar. bizim tanrımız mahcup bir tanrıdır. ama nasıl her titreyiş tiksinmenin nesnesiyle girilen gizli dayanışmayı ifşa ediyorsa, utanç da duyulmamış olanın işaretidir; insanın kendisine korkutucu bir biçimde yakın olduğunu gösterir. sefalet duygusu, kendisiyle baş başa kalan insanın son utancıdır; tıpkı tesadüfün, insanlığın kaderini etkileyen biricik insani gayelerin artan ağırlığını gizleyen maske olması gibi.
barış işareti yoktur, daha doğrusu olamaz; çünkü gerçek barış, tüm işaretlerin tüketildiği yerde olabilir ancak. insanlar arasındaki her mücadele aslında bir tanınma mücadelesidir ve böyle bir mücadelenin ardından gelecek barış, karşılıklı kırılgan bir tanımayı kurumsallaştıran bir uzlaşımdan ibarettir. böyle bir barış, her durumda devletlerin ve hukukun barışıdır, ki bu da savaştan gelir ve savaşla son bulur.
18.05.2019
din
ilkel insanda dinsel düşünceleri yaratan korkudur her şeyden önce: açlık korkusu, vahşi hayvan, hastalık, ölüm korkusu. varlığın o döneminde, olayların nedenleri arasındaki ilişkileri anlamaya gücü yetmeyen insan kafası, az çok bize benzer varlıklar uydurmuş ve korkulan olayları onların isteklerine ve eylemlerine bağlamıştır. bu varlıkları bizden yana davrandırmak ve öfkelerini dindirmek için insanlar birtakım işler yapmayı, kurbanlar vermeyi düşünmüşler ve bunlar çağdan çağa aktarılarak bir inanç olmuştur.
çoğu zaman, önder, hükümdar ya da ayrıcalıklı bir sınıf, yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmek için, ona dinsel görevler eklemiştir ya da politik gücü elinde tutan sınıfla din adamları sınıfı arasında bir çıkar ortaklığı kurulmuştur.
insanın ahlaksal davranışı, başkalarının acısını paylaşmasına, eğitime ve toplumsal ilişkilere etkin olarak bağlanmalıdır. bu davranışın dinsel bir temele hiç de ihtiyacı yoktur; insanların yalnız ölümden sonraki ceza korkusu ve ödül umudu ile kendilerini tutabileceklerini düşünmek insanlık için hiç de övünülecek bir şey değildir.
işte bu nedenlerden ötürü dini kurumların niçin bütün çağlarda bilimle savaştığını ve bilimden yana olanlara işkence ettiğini anlamak kolaydır.
kadın
dragan babic: bir kızla bir arada olduğunda, kız yalnızca senin onun vücuduyla ilgili şeyler zırvalamanı tercih eder.
isabel allende: kadınlar hiçbir zaman özgür olamazlar. onlara göz kulak olacak bir erkeğe ihtiyaçları vardır. bekarken babalarının malıdırlar, evlenince de kocalarının.
thomas hardy: kadınları yola getirmek için esaretten, sağır bir işkence ustasından iyi ilaç yoktur.
mihail lermontov: yabani bir kızı sevmek, kibar bir kadını sevmekten pek farklı değildir; birinin hoppalığı insanı nasıl bıktırıyorsa ötekinin de bilgisizliği, basitliği o kadar bıktırıyor.
sabahattin kudret aksal: küçük yalanlar kudurtur da kadınları, büyüklerine gıkları çıkmaz.
elsa triolet: ölümsüz olana karşı daima kapalı kalır kadınlar ve istedikleri kadar insan dışı olsunlar, erkekleri aşamazlar bir türlü.
michael cunningham: kızlar kibarlıktan hoşlanıyorlar. bir sürü kızla, sırf yanlarına gidip "harika birisin, çok da güzelsin." diyerek ne kadar mesafe kat edebileceğini bilsen şaşarsın. çünkü hepsi de öyle olmadıklarından korkuyorlar.
17.05.2019
sevgi
sabırla güçlenen, engellere rağmen büyüyen, kışın ısıtan, baharda çiçek açan, yazın bir esinti gönderen ve sonbaharda meyve veren bir şeydir sevgi.
sevme gücü, insana verilmiş en büyük hediyedir; çünkü seven insandan asla geri alınamaz. sevgi, alçak gönüllülüğüne bürünmüş olarak geçer yanımızdan; ama biz ya korkulara kapılıp kaçarız ondan, saklanırız kuytuluklara; ya da izleriz onu, adına kötülüklerde bulunabilmek için.
yuvam "beni terk etme, burada geçmişin yaşıyor." der; yol ise"gel ve beni takip et, ben senin geleceğinim!" ve ben hem yuvama hem de yola derim ki: "ne geçmişim ne de geleceğim var benim. kalırsam, kalışımda bir gidiş; gidersem, gidişimde bir kalış olacaktır. sadece sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir."
sevgi çizi çağırınca onu takip edin, yolları sarp ve dik olsa da. ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, telekleri arasında saklı kılıç sizi yaralasa da. ve sizinle konuştuğunda ona inanın, kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de. çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi çarmıha da gerer. sizi büyüttüğü ölçüde budayabilir de. en yükseklere uzanıp güneşle titreşen en hassas dallarınızı okşasa da, köklerinize de inecek ve onları sarsacaktır, toprağa tutunmaya çalıştıklarında. mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler. bembeyaz olana kadar öğütür sizi, esnekleşene kadar yoğurur ve tanrı'nın ilahi sofrasına ekmek olasınız diye, sizi kendi kutsal ateşine savurur. sevgi bütün bunları, kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar. ve bu biliş, hayatın kalbinin bir cüzzünü yaratır.
16.05.2019
mektup
peride celal
dünya güzel, insanlar kötü. her şey bozuluyor, çok çabuk bozuluyor.
her ölüm, hiç beklenmeyen bir başka ölümün habercisidir. arkada kalanlara küçük bir selam, bir işaret, "avanti, avanti" diyen.
psikanaliz, kendisini tanımayı bilmeyen insana, bilgisizliğe karşı tutulan yol gösterici bir ışıktır.
psikanaliz, hastayı düşünceyle kavrayıp ona sezgilerle yaklaşılan garip bir serüvendir.
biz ruh doktorları da bir bakıma oyunculara benzeriz. hastalarımızın karşısında sahne alırız.
iyi bir ruh doktoru hiçbir zaman şaşırmaz.
insanlar giyindikleri zaman değişiyorlar. kötülükleri, tutkuları, sanki taktıkları kravatlar, giydikleri ceketler, gömleklerle birlikte geçiriyorlar sırtlarına.
acıların başka çareleri de vardır. yaşamak biraz, gönlünüzce dinlenerek.
catherine david: "belki karanlık indiğinde, belki karabasanlarla boğuştuğunuzda, fırtına yaklaştığında ve gökyüzünde bulutlar birbiri üstüne yuvarlandığında, belki pencerenin ardında rüzgâr uluduğunda, belirsiz görüntüler perde arkalarında kımıldadıklarında, belki kepenkler gıcırdadığında. işte o zaman biri konuşmaya başlarsa aydınlıklar açılır birdenbire."
susanna
seni düşünüyordum, susanna. yeşil tepelerde. rüzgarlı havalarda uçurtma uçururduk tepelerde, aşağılarda kalan köyün sesleri gelirdi kulaklarımıza, rüzgar uçurtmanın ipini çekelerdi. "koş, susanna." yumuşak ellerin ellerimi yakalardı. "gevşek bırak ipi." rüzgar nasıl güldürürdü bizi; ip parmaklarımızdan kayarken birbirimize bakardık; bir kuşun kanatları çarpmış gibi usulca kopardı ip. kağıt kuş yukarılardan taklalar atarak düşerdi, toprağın yeşili içinde eriyene kadar saçaklı kuyruğunu sürürdü ardından. dudakların ıslaktı, çiy tanelerini öpmüştüm sanki.
seni düşünüyordum. orada deniz yeşili gözlerinle bana bakışını.
susanna, ne kadar uzaklardasın sen, bulutların üstünde, ta uzaklarda, tepelerde gizlenmişsin. o'nun büyüklüğünde, o'nun bağış dolu kutsal yüceliğinde saklısın; seni bulamam artık, göremem. orada sözlerim erişemez kulaklarına.
damlaların düşüşünü gözlüyordum susanna, şimşeğin parıltısında her soluk bir iç çekişiydi, her düşüncem sen.
yeşil tarlalar. rüzgar başaklar arasında kımıldarken. ya da ikindiüstü, yağmur tarlaları dalgalandırırken bakarsın ufuk çizgisi bir iner, bir kalkar. toprağın rengi, yonca ve ekmek kokusu. taze bal kokan bir köy.. havanın ılıklığında her şey portakal çiçeklerinin çeşnisini alırdı.
gittiğin gün seni bir daha göremeyeceğimi biliyordum. yüzün, batan güneşin kan kırmızı ışığında kararmıştı. gülümsüyordun. köyü geride bıraktın. sık sık derdin ki bana: "ben senin yüzünden seviyorum burayı, senden başka her şeyden de nefret ediyorum. burada doğduğuma pişmanım."
"bir daha dönmez," diye düşündüm kendi kendime. "susanna bir daha dönmeyecek. susanna hiç dönmeyecek,' diye geçirdim içimden.
nasyonal sosyalizm
faşizm ve nasyonal sosyalizm, tıpkı büyücülerin cezalandırılmasında olduğu gibi, bir moral yıkıntı zamanında siyasetten hem usu hem de ahlakı silip atabilen duyguların melankolik örnekleriydi.
stalin'in yönetimi, vahşetin ödettiği korkunç fiyata rağmen, ülkesini çağdaş bir endüstriyel güç durumuna getirmiş, okuma-yazması olmayan köylü nüfusu da, yüksek bir bilim düzeyine sahip eğitilmiş bir halka dönüştürmüştür.
italya'daki faşizm ya da almanya'daki nasyonal sosyalizm hakkında ise buna benzer hiçbir yargı ileri sürülemez. bu partiler 1. dünya savaşı'nın moral yıkıntısı içinde mantar gibi yerden bitivermişlerdi; önderleri birer demagogdu ve hangi başarı ölçüsü kullanılırsa kullanılsın, yaptıkları işler yalnızca yıkıcıydı. sözde felsefeleri, doğruluğuna ya da tutarlılığına bakılmaksızın bir araya getirilen eski ön yargıların birer mozayiğiydi ve ortak amaçlara değil, ortak korku ve nefretlere sesleniyordu. hem hitler hem de mussolini, herhangi bir politikayı açıkça ileri sürmekten bilinçli olarak kaçındılar; çünkü böyle bir şey, kazanmak istedikleri kimi kesimlerin kaçmasına yol açacaktı.
olağanüstü bir entelektüel yetenek iddiasında bulunabilecek tek nasyonal sosyalist önder olan ve kuşkusuz yeteneğini komünizme, monarşiye ya da hatta demokrasiye, eğer hitler bunlardan birini benimseseydi, adamak isteyecek olan goebbels, hitler'e karşı duyduğu kahramana tapma duygusu ve yahudi düşmanlığı dolayısıyla tam bir yanılgı içine düşmüştü.
faşizm ve nasyonal sosyalizmin düşmanları genellikle bu hareketleri "usa karşı başkaldırı" olarak niteliyorlardı. nitekim kuramcıları bu betimlemeyi tümden haklı bulmuşlardır. bunların yazıları, usun yaşamı değil, yaşamın usu denetlediğini; tarihteki büyük işlerin zekanın değil, kahramanca istencin ürünü olduğunu, halkları koruyan şeyin düşünce değil, sürü içgüdüsü ya da kanda bulunan ırksal sezgi olduğunu; güçlü olmak istençleri fiziksel ve manevi engellerini aştığı zaman büyüklüğe ulaştıklarını ileri süren savlarla doludur. bunun gibi, mutluluk arzusunun da, düzenli olarak, kahramanlık, özveri, ödev ve disiplin güdülerine göre aşağılık bir güdü olduğunu söylemiştir. özgürlük ve eşitlik gibi demokratik ülkülerle anayasalı ve temsili hükümet düzeninin sivil ve siyasal özgürlüklerini, en yüksek noktasına fransız devrimi'yle ulaşan felsefi usçuluğun eskimiş kalıntıları olarak sunmuştur.
faşizm ve nasyonal sosyalizm, ister liberal ister marksçı olsun her türlü karşıt siyasal kuramı aynı biçimde "kısır entelektüalizm" aşağılayıcı terimiyle niteliyordu.
kahramanın bireyciliği, demokratik eşitçiliğin tam tersidir. kahraman, düzenli burjuva yaşamının yararcı ve insanlıksever niteliklerini küçük görür; rahat ve mutluluğa karşı kötümser bir horgörü besler; tehlikeli bir yaşam sürer ve en sonunda kaçınılmaz yıkıma uğrar. kendi ruhunun insanüstü güçleriyle yaratıcılığa sürüklenen doğal bir soyludur ve bayağı beyinlerin tembelliği kendisini yıktıktan sonra halk ona tapınır.
ne mussolini ne de hitler üstün insan olarak görülmelerine karşı çıkmıştır ve her ikisi de önderlik ettikleri halka karşı içtenlikli olarak tiksinti duymuş ve bunu gerçekten saklamamıştır. hitler, bir ulusun büyük bölümünün ne kahraman ne de zeki olabileceğini söyledi; halk iyi değildir ama kötü de değildir; yalnızca bayağıdır. bir toplumsal mücadelede hareketsizdir; ama muzaffer olanın arkasına dizilir. içgüdüsel tepkisi özgünlükten korkmak ve üstünlükten tiksinmektir. anlayamadığı entelektüel ya da bilimsel görüşler onu etkilemez; yalnız tiksinme, bağnazlık ve çılgınlık gibi kaba ve şiddetli duygulardan etkilenir. ona ancak durmaksızın ve her zaman bağnaz bir biçimde tek yanlı olarak söylenen ve gerçeğe, yansızlığa ve haklılığa vicdanen hiçbir rahatsızlık duymadan sırt çeviren en yalınkat savlarla yaklaşılabilir.
bu yaşam görüşü hiçbir zaman uzlaşma kabul etmez, başka her seçeneği dışarda bırakan tam ve saltık bir kabulü gerektirir; din gibi hoşgörüsüzdür ve kendisine karşı olanlarla mücadelede elindeki her türlü aracı kullanır. karşı bir düşünceyle tartışmaz, ona hiçbir geçerlilik tanımaz, tümden dogmatik ve bağnazdır. bu yüzden, insanların yaşam kavgasını kazanmaları için zorunlu olan acımasızlık ve vicdansızlığın manevi temelini veriyordu. siyaset, asıl olarak, yaşam görüşleri arasındaki ölüm kalım savaşıdır.
mussolini faşizmin bir felsefeye gereksinimi olduğuna karar verdiğinde, bu işi giovanni gentile'ye verdi, gentile'nin kendisine sunduğu şeyi aldı ve sonuç olarak italyan faşizminin kuramı, bir devlet kuramı, devletin üstünlüğünün, kutsallığının ve her şeyi kapsar oluşunun kuramı olduğunu ileri sürdü: "her şey devlet için; devlete karşı hiçbir şey yoktur, devletin dışında hiçbir şey yoktur."
faşizm, gerçekten bireyi aşan ve onu manevi bir toplumun bilinçli üyesi mevkiine yükselten üstün bir hukuk ve nesnel bir istenç ile insan arasındaki içrek ilişki biçiminde bir dinsel kavramdır. bu manevi toplumu yaratan ve temsil eden şey de ulustan çok devlettir.
nasyonal sosyalizm, yığınlara dayandığı için gerçekten demokratik olduğunu öne sürmüştür. ama yığınlara, siyasal görüşlerine değer kazandıracak hiçbir yargı yeteneği tanımamıştır.
hiç kuşkusuz bir siyasal örgütlenme ilkesi olarak totalitarizm diktatörlük demekti. kısa zamanda alman federalizmi ve yerel yönetim özerkliğini ortadan kaldırdı. parlamento ve bağımsız yargı gibi liberal siyasi kurumlar hemen tümden yıkıldı. seçimler dikkatle hazırlanıp yürütülen plebisitler düzeyine indirildi. siyasal yönetim her şeyi kapsamakla kalmayıp nasyonal sosyalistlerin hoşlandıkları terimle "monolitik" de oldu; yani bütün toplumsal örgütlenme bir düzene indirgenmiş ve bütün güçleri tek yürek olarak ulusal amaçlara yöneltilmişti.
seçkin muhafız yıldırım ekipleri ve hitler gençliği, ismen hükümetin değil, partinin organları olmakla birlikte, hepsi de yasama ve yargı yetkilerine sahipti ve yasadışı ayrıcalıkları vardı. öte yandan yargı organı bağımsızlığını ve güvenliğini tümden yitirdi ve aynı zamanda yargısal takdir yetkisi de gerçekte sınırsız ölçüde genişletildi. yasanın kendisi de yoruma elverişli olacak biçimde, belirsiz yapılmıştı; böylece her türlü karar asıl olarak öznel bir şey oldu.
1935'te ceza yasası, yürürlükteki hiçbir yasaya aykırı düşmese de, "sağlıklı halk duygusu"na aykırı her eylemi cezalandırmayı olanaklı kılmak üzere değiştirildi. açıktır ki böyle yasaların ussal bir şekilde yürütülmesine olanak yoktur. yasa önünde eşitlik ve yasal usul ilkelerinin yerini tam bir yönetsel takdir yetkisi aldı. uygulamada totalitarizmin anlamı şu oldu: eylemlerinin siyasal önem taşıdığı düşünülen bir kimse, hükümet ya da parti ya da bunların birçok organlarından biri önünde hiçbir yasal korumaya sahip değildi.
halk, propaganda organlarının duyurduğu dışında hiçbir şeyden haberi olmayan ve kendi aralarında, kendilerine ait herhangi bir amaç için bir araya gelemeyen "yığınlar"dan ibaretti.
hitler'in söylediği gibi, "çocukların alfabesinden en son gazeteye, her tiyatro oyunu ve her filme değin" hiçbir etkileme kanalı savsaklanmamalıydı. bilim de içinde olmak üzere her konudaki öğretim "ulusal övüncün yükseltilmesi için bir araç" olmalıydı. ve "en yüksek noktasına, ırk kavramına ve ırk duygusuna, içtepi ve us yoluyla, gençlerin yüreklerinde ve kafalarında tutuşturulmakla" ulaşmalıydı.
"kan arılığının zorunluluğu ve niteliği konusunda en üstün bilgiye yöneltilmeden, hiçbir erkek ya da kız çocuğu okuldan çıkmamalıdır." (hitler)
"totaliter devlet sanata ayrı bir varlık tanımaz. sanatçılardan devlete karşı olumlu bir tutum takınmalarını ister."
rosenberg'in "eskinin bozucu, sınırsız öğretim özgürlüğü" dediği şey alman üniversitelerinden kalktı ve yerine "gerçek özgürlük", "ulusun yaşama gücünün bir organı olmak" özgürlüğü geçti. yahudi profesörler yerlerinden atıldılar; öğretim üyeleri ve öğrenciler "önderlik ilkesi"ne göre örgütlendiler ve alman yüksek öğretiminin amacı, nasyonal sosyalist ilkelere uygun olarak, bir siyasal seçkinler kümesini yetiştirmek oldu. bu iş için tipik eğitim kurumları üniversiteler değil, teknik okullar ve partinin önderlik okullarıydı. tarih, toplumbilim ve ruhbilim gibi toplumsal bilimler geniş ölçüde ırk söylencesini işlemek ve yaymak için düzenlenen propagandanın dalları haline geldi.
saçmalıkların doruğuna herhalde, "bütün öbür insan ürünleri gibi bilim de ırksaldır ve kanla koşullanmıştır." diyen fizik kitabıyla ulaşıldı.
15.05.2019
eğitim
eğitim bizim doğayla, varlıklarla ve diğer insanlarla nasıl doğru ilişkiler kurabileceğimizi keşfetmenin bir yoludur.
dünyanın her yerinde politikacılar ve diğer liderler güya eğitimli insanlardır; unvanları, diplomaları, kepleri ve cüppeleri var; doktorlar ve bilim insanları onlar. yine de insanoğlunun mutlu bir hayat sürebileceği bir dünya kuramadılar. demek ki modern eğitim başarısızlığa uğradı, değil mi? ve eğer aynı eski yöntemle eğitim almakla yetinirseniz, siz de bir başka kasvetli perişan hayati hazırlarsınız.
hepimize yetecek kadar yiyecek, giyecek ve barınak sağlamaya elverişli bilimsel bilgiler var elimizde şu an, ama açlık ve sefalet kol geziyor.
araştırmak ve öğrenmek zihnin işlevidir. öğrenmekten kastım hafızanın geliştirilmesi veya bilgi birikimi değil, yanılsamaya düşmeden berrak ve sağlıklı düşünme, inançlardan ve ideallerden değil de olgulardan yola çıkma kapasitesidir. düşünce çıkarımlardan doğuyorsa öğrenme gerçekleşmez. salt bilgi veya malumat edinmek öğrenmek değildir. öğrenmek için anlamayı sevmek ve bir şeyi sırf o şey hatırına yapma hevesi duymak gerekir. hangi türde olursa olsun zorlamanın olduğu yerde öğrenme gerçekleşmez.
öğrencinin gün içindeki düşünceleri ve eylemleri yoluyla haberdar olduğu güdülerinin ve yönelimlerin farkına varmasına yardım etmektir özgürlük.
disiplinli bir zihin asla özgür bir zihin değildir; ne de baskı altındaki bir zihin özgür olmayı isteyebilir. zihin ancak arzunun tüm sürecini kavrayarak özgür olabilir. disiplin her zaman zihni belli bir inanç ya da düşünce sisteminin çatısı altındaki harekete hapseder, değil mi? ve böyle bir zihin asla zeki olma özgürlüğüne sahip değildir. disiplin otoriteye itaati getirir. disiplin, işlevsel beceri talep eden bir toplum yapısı içinde hareket etmeyi sağlar, ama kendi kapasitesine sahip zekayı uyandırmaz.
hafıza sayesinde kapasitesini artırmaktan başka bir şey yapmamış bir zihin bilgisayara benzer; o her ne kadar şaşırtıcı derecede beceri ve doğrulukla çalışsa da yine de bir makinedir. otorite zihni belli bir yönde düşünmeye ikna edebilir. fakat belli çizgilerde veya öngörülmüş bir çıkarımla düşünmeye yönlendirilmek hiç de düşünmek değildir; bu sadece insanın bir makine gibi çalışmasına benzer ki beraberinde yılgınlığı ve diğer sefaletleri getirir, düşüncesizliği ve hoşnutsuzluğu körükler.
zeka bir bütün olarak hayatla başa çıkma kapasitesidir ve öğrenciye notlar veya puanlar vermek zekayı garanti altına almaz. aksine bu, insanın saygınlığım zedeler. bu kıyaslamalı değerlendirme zihni köreltir. bunu derken öğretmenin öğrencinin gelişim sürecini gözlemlememesi ve kaydetmemesi gerektiğim söylemiyoruz. doğal olarak çocuklarının gelişim süreçlerini bilmeye meraklı olan ebeveynler bir rapor isteyeceklerdir; ama eğer eğitimcinin ne yapmaya çalıştığım anlayamazlarsa, maalesef bu rapor istedikleri sonuçları elde etmek için kullanılan bir baskı aracına dönüşür ve böylece eğitimcinin işini mahveder.
kelimenin gerçek anlamıyla öğrenmek ancak içsel ve dışsal zorlamanın bulunmadığı dikkat halinde mümkündür. doğru düşünmek ancak zihnin gelenek ve hafızanın buyruğu altında girmediği durumda ortaya çıkabilir. zihni sessizliğe kavuşturan dikkattir ve sessizlik yaratıcılığa açılan kapıdır. işte bu nedenle dikkat en büyük öneme sahiptir.
eğer ona meslek demek yerindeyse, öğretmenlik en saygın meslektir. öğretmenlik yalnızca zihinsel donanımı değil, ayrıca sonsuz sabrı ve sevgiyi gerektiren bir sanattır. doğru eğitim almak demek hayatımızın uçsuz bucaksız alanındaki her şeyle -para, mal mülk, insanlar, doğa- ilişkimizi anlamak demektir.
sınavlardan geçerek hayatin tüm anlamım kavrayacağınızı mı sanıyorsunuz? bazı insanlar sınavlardan geçme konusunda son derece becerikliler, ama bu onların zeki olduğunu göstermez. sınavlardan nasıl geçileceğini bilmeyen diğer kişiler çok daha zeki olabilirler; daha gelişmiş el becerilerine sahip olabilir ve olan bitenleri sırf sınavdan geçmek için bilgiyle dolup taşan kişilerden daha derinlemesine kavrayabilirler.
korkunun ortadan kaldırılması dikkatin başlangıcıdır. bütün hayal kırıklıkları ve çetrefilli çelişkileriyle falanca veya filanca olma çabası, başarı kazanma hırsı olduğu sürece korku varlığım sürdürür. konsantrasyonu öğretebilirsiniz ama korkudan kurtulmayı öğretemeyeceğiniz gibi, dikkati de öğretemezsiniz.
öte yandan korkuyu üreten sebepleri keşfedebilir ve bu sebepleri anlayarak korkuyu ortadan kaldırabiliriz. demek ki öğrencinin çevresindeki ortam sağlık ve mutlulukla doluysa, öğrenci kendini güvende ve rahat hissediyorsa ve sevgiyle beraber gelen önyargısız eylemin farkındaysa, o zaman dikkat kendiliğinden oluşur. sevgi karşılaştırma yapmaz ve dolayısıyla çekememezlik ve falanca veya filanca "olma" eziyeti de sona erer.
vatan yahut silistre
kendinden başka gönlümde bir şey bırakmadın.
gönülde keramet mi vardır nedir? bazı zamanlar oluyor, görünmeyeni, fark edilmeyeni de biliyor.
kötülüğün önünü mezar kadar hapishane de alır.
merhamet! böyle tepeden tırnağa ışıktan oluşmuş bir vücuda, taştan yapılmış bir gönül yakışmaz.
en güzel çiçeklerin arasında yılan da bulunuyor.
anneciğim! anneciğim! daima babamı düşünmem için açtığın, hazırladığın zihinde başkası geziyor. daima seni sevmek için terbiye ettiğin, büyüttüğün gönülde başkası hüküm sürüyor.
hayat ne kadar hayret verici şeylerle doluymuş. birkaç gün önce yanımda biri ağlasa, mutluluk gözyaşları döküyor sanırdım. bugün, duyduğum kahkahalar bile kulağıma yasmış gibi geliyor. birkaç gün önce, gamlı bulutlarda şimşek çaktıkça biri gülüyor gibi görünürdü bana. bugün ise yeni açmış güllerde çiğ görsem, birinin gözyaşı dökülmüş sanıyorum. birkaç gün önce yüzüm gülüyordu, sanki her şey benimle beraber gülüyordu. bugün gönlüm ağlıyor, sanki her şey gönlümle beraber ağlıyor.
ya rabbi! ya rabbi! insanın yüzü gibi gönlünü meydanda yaratsaydın ne olurdu?
ömrümün her lezzetini kaybettikten sonra kara toprağın nesi var? birkaç dakikalık can acısından mı korkacağım?
acaba birbirinden ayrılmış da ölmüş iki garibin toprağını havada birleştirecek kadar feleğin insafı yok mudur?
biz osmanlı değil miyiz? osmanlıların şanı, ne zaman olursa olsun vatanın en küçük faydası için ölmektir. her yerde her zaman bu yolda ölmeye hazırız.
top atışı başladı. gülle arasından geçmeli. savaşta bundan daha güvenli yol yoktur.
insan zayıf, insan zavallı.. bir türlü kendini yenemiyor. bir türlü huylarından vazgeçemiyor. ben de kendimi gönlüme söz geçirir sanırdım, heyhat!
orta sınıfın çilesi
hem maddi hem de simgesel değerlere (prestij, saygı, aşağılanmaya karşı korunma) erişim konusunda keskin bir kutuplaşmayla belirlenen, adamakıllı tabakalaşmış toplumlarda, mutsuzluk tehdidine karşı en hassas kişiler, tepeyle en dip arasında bulunan "aradaki" insanlardır.
üst sınıflar kendi üstün konumlarını korumak için neredeyse hiçbir şey yapmaya gerek duymaz, alt sınıflar da kötü talihlerinden kurtulmak için neredeyse hiçbir şey yapamaz. oysa orta sınıflar için, imrendikleri ancak sahip olamadıkları şeyler ele geçirebilecekleri şeyler gibi görünürken, sahip oldukları ve keyfini sürdükleri şeyler -en ufak bir dikkatsizlikte- kayıp gidecekmiş gibidir. diğer insan kategorilerine kıyasla, zorundadır ve mutsuzluk korkusu ile görünürde güven dolu olan keyifli fasılalar arasında salınır dururlar. orta sınıf ailelerin çocukları, servetlerini yitirmemek ve var güçleriyle ve coşkuyla çalışarak ebeveynlerinin sahip olduğu rahat toplumsal mevkiyi yeniden yaratmak istiyorlarsa, durmadan çalışmaları gerekecektir.
"erdem gururun maskesiyse, insanlar güvenilmezse ve kimsenin kendinden başka dostu yoksa, herkesin herkese karşı olduğu bu savaştan nasıl kaçacağız?" (jean-claude michea)
kuşların ölümü
14.05.2019
uyuşturucu
"zulüm olmadan şenlik olmaz." (nietzsche)
karanlık odalarda oturan ve ne kötü bir hayatları olduğunu düşünüp ağlaşarak işleri yoluna koyacak hiçbir şey yapmayan çok sayıda insan var.
eroini bırakmak sigarayı bırakmaktan daha kolay. kokain erkekleri kendi on sekiz yaşlarının en kötü reenkarnasyonuna dönüştürüyor.
sigara, alkol, eroin, kokain, speed, yoksulluk ve medyanın beyin sikiciliği: kapitalizmin yıkım araçları nazizminkilerden daha incelikli ve daha etkili. ve insan bunlar karşısında savunmasız.
uyuşturucu yapmış olanlar, ne kadar normal yaşarlarsa yaşasınlar bazı haftalar kendilerini gene de sıçmış durumda ve paranoyak hissedecekleri gerçeğiyle birlikte yaşamak zorundadırlar.
nefret ettiğimiz bir piyasada, nefret ettiğimiz bir şehirde, sanki evrenin merkezindeymişiz gibi davranan, gerçek hayatın başka bir yerde yaşandığı düşüncesini kafamızdan atabilmek için içimizi pis uyuşturucularla dolduran, yaptığımız her şeyin bu paranoyayı ve gerçeği beslediğinin farkında olsak bile buna bir şekilde dur diyebilmek için yeterince duyarlı olamayan, bıkkın ve de bitkin götleriz biz. çünkü, ne yazık ki, durmaya değebilecek kadar iyi ve ilginç hiçbir şey yok.
bizim trajedimiz de bu işte: yıkıcı sömürgenler ya da ruhsuz fırsatçılar dışında kimsenin içinde gerçek tutku yok. geriye kalanlar onları çevreleyen pislik ve vasatlık tarafından mağlup edilmiş. seksenlerin kelimesi "ben", doksanlarınki "şey" ise, milenyumun kelimesi de "imsi". herkesin muğlak ve sınırlı olması gerekiyor. eskiden madde önemliydi, sonra tarz her şey oldu. şimdiyse "miş gibi" yapılıyor.
devlet dini
eğer bir toplum, kurumlarında bir iyi anlayışını kabul ediyorsa, çok çeşitlilik gösteren bir topluluğa birtakım inançları, değerleri benimsetme tehlikesine atılıyor demektir. devlet okulunun da öğretimine ilişkin şeyleri, ailelerin ve bireylerin seçimine ait olan şeylerden ayırması gerekir; aynı yaklaşımla bir hükümet, bir iyi anlayışını ya da kötü anlayışını benimsetemez; tersine her şeyden önce, herkesin istem ve görüşlerini değerlendirtebilmesini, özgür olmasını ve korunmasını sağlamalıdır; öyle ki, halkın temsilcileri tarafından alınan kararlar, dile getirilen görüşlerin ve savunulan çıkarların olası en büyük kısmını tutsun. özellikle bir devlet dini düşüncesi, devletçe benimsetilen ahlaksal ya da düşünsel düzenin kuralları olarak belirtiliyorsa, demokrasiyle bağdaşmaz. demokraside düşünce, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü başta gelir; bu da demokratik dizgede, devletin ahlaksal ya da dinsel inançlar üzerinde hiçbir yargı yürütemeyeceği anlamına gelir.
raymond aron totaliter yönetim biçimlerinde 5 temel öge belirlemiştir:
1. siyasal etkinlik tek bir partinin tekelindedir.
2. bu parti devletin resmi doğrusu durumuna gelen bir ideolojiye göre hareket eder.
3. zor kullanma ve inandırma araçları da söz konusu partinin tekelindedir.
4. ekonomik ve mesleki etkinliklerin çoğu devlete bağlıdır ve resmi doğruya göre yönetilir.
5. ekonomik ya da mesleki bir hata ideolojik bir hataya dönüşür; dolayısıyla hem ideolojik bakımdan hem de ülke güvenliği bakımından şiddetle cezalandırılmalıdır.
kendi bahçesini hiç işleyememiş ama özel yaşamını istila edenlere ve ona kendi düzenlerini zorla benimsetenlere karşı koymuş bireyi özne olarak adlandırabiliriz. özne düşüncesi üç ögeyi bağdaştırır ve bu ögelerin her birinin kaçınılmaz biçimde var olması gerekir: ilki egemenliğe karşı direniş, ikincisi bireyin kendini sevmesi ve üçüncüsü ötekilerin de birer özne olarak tanınması ve en yüksek sayıda kişiye özne olarak yaşama şansını en yüksek boyutlarda sağlayan siyasal kurallara ve hukuk kurallarına dayanılmasıdır.
vatan
belki de kendi ülkenizin ne olduğunu hiç düşünmediniz. çevrenizi saran her şeydir. sizleri yetiştirmiş, beslemiş olan, sevmiş olduğunuz her şey -gördüğünüz şu tarlalar, şu evler, şu ağaçlar, gülerek yanınızdan geçip giden şu kızlar, ülkeniz bunlar işte. sizi koruyan yasalar, emeğiniz karşılığında kazandığınız ekmek, söylediğiniz sözler, halkımızdan ve arasında yaşadığınız şeylerden size gelen sevinç ve acı, ülkeniz bu işte! bir vakitler annenizi gördüğünüz küçücük oda, onun size bıraktığı anılar, artık altında dinlendiği toprak, ülkeniz bu işte. onu her yerde görüyor, havasını soluyorsunuz. haklarınızın ve görevlerinizin, sevgilerinizin ve gereksinimlerinizin, anılarınızın ve şükranlarınızın bir hesabını yapın, hepsini aynı ad altında toplayın, o ad vatanınızın adıdır.
13.05.2019
araba sevdası
aşk her şeyi unutturur.
"bağımlılığın her türlüsü insanlara türlü maskaralıklar ettirir. özellikle aşk ve sevda insanı hepsinden ziyade maskara eder."
kadınlar çok muzırdırlar. onlar azap meleklerinin yeryüzünde ortaya çıkmış benzerleridir. bizi cennet kapısından cehenneme düşürürler. bir âmâya demişler ki: "eşiniz bir güldür." o da, "dikenlerinden öyle anlıyorum." cevabını vermiş.
sokrates: kadın her türlü fenalığın kaynağıdır.
"oyunda talihi yâr olan aşkta şanssız, oyunda talihi yâr olmayan aşkta şanssız olur." (fransız atasözü)
aristophanes: dünyada kadınlar kadar idaresi zor mahluk yoktur. ne deliler ne de canavarlar onlar kadar kaçınılmaya layık olamaz.
"kız dinle nush ü pendimi kavline sadık ol
gönle rıza-i kaynanayı kul halayık ol
kim der sana ki bir çamura var bulaşık ol
ne kesret ile zahide ne pek de açık ol
olma sokak süpürgesi kadın kadıncık ol" (enderunlu vasıf)
"bir siyeh-çerde civandır
hüsnü mümtaz-ı cihandır
aşkı gönlümde nihandır
bunca dem bunca zamandır" (enderunlu vasıf)
(bir karayağız delikanlıdır.
güzelliği dünyada önde gelenlerdendir
aşkı bunca zamandır gönlümde gizlidir)
sevda -ki bir insanın yalnız gönlüne değil akıl ve fikrine, cüzi iradesine velhasıl bütün duyularına, manevi yetilerine hakimdir- daima şüphe ve kuruntular içinde bulunmaktan hoşlandığından kulak ve göz her işittiği, her gördüğü şeyi onun mizacına göre işitip görmeye, akıl yetisi her hükmünü onun arzusuna göre vermeye mecburdur.
yaşamın çiçekleri
bizim en mutlu olduğumuz anlar, tanrı'nın bizi sevimli bir deliliğin içine sürüklediği anlardır.
her yerde yararlı olmanın yolunu arayın, hiçbir yerde yabancı olmazsınız.
yaşamın çiçekleri yalnızca görünüştür. bu çiçeklerin çoğu hiçbir iz bırakmadan gelip geçer, pek azı meyve verir, bu meyvelerden de pek azı olgunlaşır.
davranış, herkesin kendi yüzünü gösterdiği bir aynadır.
dünyanın bütün işleri sonuçta aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da bir gereksinimi olmaksızın; para, şan, şeref ya da bilmem ne uğruna didinen biri, her zaman bir budaladır.
dünyayı dolaştıkça görürüz ki insan kölelik için doğmuştur.
insan soyu tek bir kalıptan çıkmadır. çoğu, yaşayabilmek için günlerinin büyük bir bölümünü çalışarak geçirir ve özgürlük olarak arta kalan zaman onları o kadar kaygılandırır ki, ondan kurtulmak için denemedik şey bırakmazlar.
hiç kimse sanmasın ki gençliğin ilk izlenimlerini aşabilecektir.
sohbet her yerde yanılgıların değiş tokuşundan ve sınırlı özelliklerin çemberinden başka bir şey değildir.
hiç kimse, affettiği zaman olduğu kadar yükselemez.
her keyifsizlik bir doğum, yalnızlığın bir çocuğudur; buna boyun eğen her çatışmadan kaçar; neşeli bir topluluktan daha muhalif ne olabilir?
bilgi arttıkça huzursuzluk da artar.
gerek fiziksel, gerek toplumsal yaşantımız, gelenekler, alışkanlıklar, deneyimler, felsefe, din, hatta tesadüfen gelişen bazı olaylar bile, hepsi bize şunu der: feragat edin.
eğer dünyanın bütün bilgeliği tanrı katında bir delilikse, yetmiş yaşına gelmeye hiç değmez.
12.05.2019
insan
insan çok küçük bir etki yaratıyor. dünyaya geliyorsun, bir şeyler için didinip duruyorsun ve neden sadece kendin didindiğini bilmiyorsun ve aynı zamanda pek çok insanla birlikte dünyaya gelmiş oluyorsun, onlarla karışmış oluyorsun, sanki kollarına bacaklarına ipler bağlanmış da onları hareket ettirmeye çalışıyormuşsun, mecburmuşsun gibi; ama aynı ipler bütün diğerlerinin de kollarına bacaklarına bağlanmış ve hepsi didiniyor ve onlar da nedenini bilmiyor, sadece iplerin herkese engel olduğunu biliyorlar; aynı tezgahta halı dokumaya çalışan beş altı kişi gibi, tek farkı herkesin kendi desenini işlemeye çalışması ve bunun hiçbir önemi yok, biliyorsun, yoksa tezgahı kuranlar daha iyi bir düzenleme yaparlardı, yine de bir önemi olmak zorunda; çünkü didinmeyi sürdürüyorsun ya da didinmeyi sürdürmeye mecbursun, sonra birdenbire her şey sona eriyor ve geriye tek bıraktığın üzerine bir şeyler çiziktirilmiş bir taş parçası; tabi mermere yazı yazdırmayı, onu dikmeyi hatırlayacak ya da buna zaman bulacak birisi varsa; sonra bu taşın üzerine yağmur yağıyor, güneş yakıyor, bir süre sonra ismi ve yazıların ne anlatmaya çalıştığını bile hatırlamıyorlar ve hiç önemi kalmıyor.
islam
fernand braudel: islam öncesi arabistan, homerosvari bir çağ yaşamaktaydı: şiir orada kulakları ve kalpleri açmaktaydı.
güven turan: islam estetiği deha kavramını dışlar özünde; çünkü deha, yaratıcılığı barındırır içinde. yaratıcılıksa "küfür"dür.
gerard de nerval: bizde din, medeni hukuktan apayrı bir şeydir. müslümanlarda ise bu iki ilke birbirine karışmıştır. islamiyeti kabul eden birisi, her açıdan bir müslüman uyruğu olur ve milliyetini kaybeder. bu durumda onun için hiçbir şey yapamayız; sopa ve kılıç egemenliği altındadır artık o; eğer hristiyanlığa geri dönerse de, islam yasası onu ölüme mahkum eder. müslüman olunca, sadece kendi dinsel inancını kaybetmez insan; adını, ailesini, yurdunu da kaybeder.
jean p. sasson: muhammed'in bildirileri ondan sonra gelenler tarafından yanlış aktarılmış olmalı. tanrı, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınları bunca kedere layık görmüş olamaz.
leyla erbil: bizim milli duygumuz din kökenli hoşgörüsüzlük, gaddarlık, aşağılık duygusu ve sinsiliktir.
nazım hikmet: halifeliğin cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasından şapkanın giyilişine dek, bir devrim bakımından, atılan her adımda yürekleri parçalananlar oldu. bir devrim gözüyle emperyalizmin denize dökülüşünden, temiz türkçenin işlenmesine kadar yapılan sıçramaların ağrısını gırtlaklarına sarılmış bir pençe gibi duyanlar vardır.
11.05.2019
seyahat jurnali
bir memleketin büyümesi ahalisinin çoğalmasına ve ahalinin çoğalması da ticaret ve zanaatın varlığına bağlıdır. bu servet sebeplerine sahip olan bir şehir mutlaka büyür ve kale içinde bulunması büyümesine asla engel olmaz.
siirt'in garip hallerinden biri olarak minare dilenciliği gördüm. şöyle ki: elbise veya toplu bir para veyahut inek gibi büyük bir şey dilenmek isteyen fakir, bir minareye çıkarak sabahtan akşama kadar, "yarabbi! bana falan şeyi ver!" diye günlerce bağırıp dua ediyor ve bazısının da istediğinin hayır sahipleri tarafından karşılandığı oluyor.
kürt kadınları ev işlerini gördükten sonra tarlalarda kocalarıyla beraber çalışırlar ve erkeklerinden çok iş görürler. bu kadınlar tesettüre dikkat etmezler. bununla beraber ırz ve namuslarını korumak çok önemlidir. bir delikanlı bir kızın ırzına saldırırsa ikisini birden öldürürlermiş. delikanlı kızı kaçırıp derhal başka bir köyde nikah etmedikçe.
dağdan inerek ikindi vakti van gölü'nün kenarındaki tatvan isminde bir ermeni köyüne geldik ve gölün kenarına çadır kurup gece kaldık.
bağdat'a gidenler mutlaka bir çıban çıkarırlar.
ertesi gün tekrar şehre çıkarak biraz dolaştığım sırada emirin evinin açık duran kapısından içeri bakmaktayken kapıcılık eden bir arap, "avluda vahşi hayvanlar vardır, görmek isterseniz buyurunuz." diye davet etti ve ben kapıdan içeri girince kapıyı kapadı. etrafıma bakarak ne göreyim? avlunun bir köşesinde bağsız, zincirsiz bir dişi aslan yatıyor ve gözlerini üzerime dikerek korkunç korkunç bakıyor! hayvanı görür görmez kapıya doğru fırladımsa da arap bir eliyle kapıyı tutup diğer elini "bahşiş" diye uzattı. arap'ın yüzüne birkaç para atarak kapıyı açtırıp kendimi sokağa attım ve kapının karşısındaki dükkan sahiplerinin bana bakarak gülümsemelerinden bu yolda bahşiş verenlerin birincisinin ben olmadığımı da anladım.